28 Ekim 2020 Çarşamba

BÜYÜLEYİCİ BİR AŞK ATEŞİ 'REBECCA'

 


Alfred Hitchcock'un beyazperdeye uyarladığı The Birds ve Jamaica Inn gibi romanların yazarı Daphne du Maurier'nin 1938 tarihli aynı adlı kitabından uyarlanan Rebecca filmi, Netflix'te yayınlandı. Hitchcock'un Oscar ödüllü 1940 yapımından sonra, modernize edilmiş bir halde günümüz teknolojisiyle Ben Wheatley tarafından tekrar filme aktarıldı. Her ne kadar bir Hitchcock başyapıtı olmasa da Rebecca filmi; arzu ve tutkunun, gotik bir atmosfer ve grotesk mimariyle muazzam harmanlanmış hali olarak büyülü bir aşk hikâyesi şeklinde izleyiciye sunulmuş. 



AŞKIN METAFİZİĞİ

Filmin konusu kısaca şöyle; Monte Carlo'da tatilde olan zengin Amerikalı yaşlı dul bir kadının yardımcısı olarak çalışan, 20'li yaşlarının başında saf bir genç kız, 42 yaşında ki İngiliz  Maxim de Winter adlı zengin, yakışıklı ve gizemli bir adama gönlünü kaptırır. İki hafta süren birliktelikten sonra, onunla evlenmeyi kabul eder. Düğün ve balayından sonra Güney Batı İngiltere’de bulunan Cornwall'daki aile yadigârlarıyla dolu, çok sayıda personel tarafından yönetilen Manderley kır malikanesine giderler. Büyük bir aşkla evlendiği kocasının aslında ilk aşkı olan Rebecca’nın izlerini halen kalbinden ve zihninden silemediğini görür. Ancak genç kadın, kocasını ölmüş bir eşe karşı kaybedecek değildir, zira kendisi artık Mrs. de Winter adını taşıyordur. Netflix'in güncel bir yorumlamayla sunduğu Rebecca'da, derinlemesine ve tutkuyla dolu bir aşka tanık oluyoruz. Genç kadın, büyük bir tutkuyla eşine aşık olduğunun farkındadır. Kocasının bu yönünden güç alarak o da hatıralarda saklanan Rebecca'ya karşı aşk savaşına girer. Burada genç kadını aşk savaşına karşı ateşleyen en önemli etkenin, aslında kocasında bulunan büyük sevgi ve kararlılığın izlerini keşfetmesi olduğunu görüyoruz. Bu unsurların temelinde gerçekte büyük bir içgüdü yatıyor. Immanuel Kant'tan sonraki en büyük Alman filozof olarak anılan ve aynı zamanda Nietzsche'nin de akıl hocası olan Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği adlı yapıtında sevgi ve aşkın oluşumunu derin bir felsefe içinde inceler. Kitabında; "Kadınları büyüleyen şeyler, özellikle irade kuvveti, kararlılık ve cesarettir." der. Tıpkı genç kadının kocasında büyülendiği ve cesaret aldığı nitelikler gibi. 

 




NİHAİ AŞKIN ZAFERİ

Genç kadın, Rebecca'ya karşı yenilmemek adına başlattığı aşk savaşına girdiğinde, karşısında en büyük düşmanı olarak evin sadık hizmetçisi olan Mrs. Danvers'ı buluyor. Filmin en büyük kırılma noktalarından birisi olan Mrs. Danvers karakteri, aynı zamanda aşk yolunu tıkayan en büyük engeli teşkil ediyor. Lübnan asıllı Amerikalı şair ve filozof Halil Cibran, milyonlarca satan ve yüzden fazla dile çevrilen klasik eseri Ermiş adlı kitabında, insan faziletlerine dair derin bir felsefi yorum getirir. Kitapta; uzun yıllar kendisine yurt olan Orphalse halkından ayrılırken Ermiş (El Mustafa), El Mitra'nın sorması üzerine Aşk'tan da bahseder. Şöyle ki; "Aşk sizi çağırdığı vakit, onu takip edin, yolları zorlu ve sarp olsa da." der. Rebecca filminde de genç kadının Ermiş'te bahsedilen yolu izlediğini görüyoruz. Konağın sadık hizmetçisi Mrs. Danvers karakterinin, genç kadının karşısına çıkardığı tuzaklara ve tüm engellere rağmen, her zorluğu göze alıp büyük bir kararlılıkla aşkına koştuğu görülüyor.




SONSUZ AŞK

Maxim de Winter'a sonsuz bir aşkla bağlı olan eşi Mrs. de Winter, ilişkilerinin en zor anlarında dahi kocasına ilk günkü kadar yoğun bir aşkla ve tutkuyla bağlıdır. İspanyol filozof José Ortega y Gasset, Sevgi Üstüne - Bir Konuya Çeşitli Yaklaşımlar adlı kitabında; "Sevgi,  zaman  içine  yayılır;  insan,  bir  mıknatıstan  çıkan  kıvılcımlar  gibi  yanıp  sönen  ani  anlar  ya  da  kopuk  kopuk  zamanlar  dizisi  içinde  sevmez;  sevgiliyi  sürekli  olarak  sever." der. Mrs. de Winter karakteri de, José Ortega y Gasset'in bahsettiği gibi sınırsız bir aşk fırtınası, sürekli bir sevgi içerisindedir.




TEKİNSİZ MEKAN ANLATISI

Amerikalı aktör Armie Hammer ve İngiliz aktris Lily James'in başrolünü paylaştığı Netflix yapımı Rebecca, gizem ve romantik türleri sevenlerin beğenerek izleyeceği türde bir film. İzleyiciyi etkisi altına aldığı olağanüstü gotik atmosferi, masalsı sahneleri ve gizemli yapısıyla modernize bir tekinsiz mekân anlatısı sunuyor. 


İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


Kaynakça:

José Ortega y Gasset, Sevgi Üstüne - Bir Konuya Çeşitli Yaklaşımlar, çev. Yurdanur Salman, İstanbul:  Yapı Kredi Yayınları, 1996

Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği, çev. Selahattin Hilav, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2020

Halil Cibran, Ermiş, çev. Firdevs İdil Kurtulan, İstanbul: Olimpos Yayınları, 2020


25 Ekim 2020 Pazar

SİHİR DOLU BİR MACERA 'THE WITCHES'

 



FANTASTİK BİR AİLE KOMEDİSİ

Charlie'nin Çikolata Fabrikası, Matilda ve Koca Sevimli Dev gibi çok satan çocuk kitaplarının yazarı Roald Dahl'ın 1983 tarihli aynı adlı  romanından uyarlanan The Witches, HBO Max'te yayınlandı. Akademi Ödüllü Amerikalı yönetmen Robert Zemeckis'in yönettiği filmin yapımcı ve senaristleri arasında Oscar ödüllü yönetmen Guillermo del Toro'da bulunuyor. Filmin oyuncuları arasında; Oscar ödüllü oyuncu Anne Hathaway, Octavia Spencer ve Stanley Tucci  gibi ünlü isimler yer alıyor. Ailecek izlenebilecek fantastik ve komedi türündeki film, özellikle çocukların beğeneceği türde eğlence dolu bir yapım.



FİLMİN KONUSU

Talihsiz bir kaza sonucu ailesinin ölümünün ardından büyük annesiyle yaşamaya başlayan yedi yaşındaki bir çocuk, cadıların aslında gerçek olduğunu öğrenmesiyle kendisini büyük bir maceranın içerisinde bulur.  Dünyadaki tüm çocuklardan kurtulmak için korkunç bir plan yapan cadılar, gizemli bir iksir sayesinde çocukları farelere çevirecektir. Ancak cadılar hakkında her bilgiye sahip olan büyük anne ve küçük çocuğun da bir planı vardır.




KAMERA ARKASI

- Anne Hathaway'in canlandırdığı Grand High Witch'in otelde kaldığı oda numarası, genellikle şeytanla ilişkilendirilen bir sayı olan 666'dır. Kedisinin adı Hades ise, Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının efendisi olarak anılan tanrıdan gelmektedir.

- Roald Dahl'ın romanında, hikaye büyük ölçüde Birleşik Krallık'ta geçiyordu (birkaç sahnesi ise Norveç'te). Filmde Birleşik Krallık'ta çekilmesine rağmen hikaye ABD'nin Alabama eyaletinde geçiyor. (Ancak bazı dış mekan çekimleri Alabama ve Georgia'da çekildi)

- Filmin yapımcılarından Guillermo del Toro, The Witches'ın bir stop-motion film olmasını istedi.



CADILAR İŞ BAŞINDA

Macera, aile ve komedi türündeki film The Witches, heyecanı yüksek ve eğlence dolu bir yapım.  Özellikle Anne Hathaway'in Alman aksanı ve komik tavırları kesinlikle görmeye değer. Çok küçük yaştaki çocuklar için ürkütücü gelecek sahneler olsa da The Witches, çocukların ve fantastik film severlerin beğenerek izleyeceği türde bir yapım. 

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY

20 Ekim 2020 Salı

BİR PERİLİ EV ANLATISI 'BLY MALİKANESİ'

 





YÜREK BURGUSU

Netflix'te yayınlanan The Haunting: Bly Malikânesi (The Haunting of Bly Manor) dizisi, Amerikan edebiyatının en büyük klasik yazarlarından birisi olan Henry James'in korku yapıtı Yürek Burgusu (The Turn of the Screw) adlı romanından uyarlandı. Romanın çoğunlukla değiştirilmiş ve modernize edilmiş bir hali de diyebileceğimiz dizi, temelde Yürek Burgusu (The Turn of the Screw) eserine dayansa da Henry James'in diğer hayalet hikayelerinden de izler taşıyor. Ayrıca dizinin her bölümündeki başlığın ismi Henry James'in hayalet hikayelerinin adından alınmıştır. 2018 yapımı Tepedeki Ev (The Haunting of Hill House) dizisinin devamı olarak tanıtılsa da, iki dizinin anlatıları birbirine bağlanmıyor. Ayrıca Bly Malikanesi, korku ve gerilim unsurları açısından Tepedeki Ev dizisinin bayağı gerisinde kalıyor. Lanetli ev anlatısı türüne farklı bir bakış açısıyla yaklaşan yapım, dram ağırlıklı ve akıcı olmayan yoğun bir anlatıma sahip. 


DİZİNİN KONUSU

Dani Clayton adlı genç kadın, Miles ve Flora adlı iki küçük çocuğa bakmak için Bly Malikanesi'nde işe başlar. Her şeyin normal göründüğü malikane, aslında hayaletlerin kol gezdiği tüyler ürpertici ve tehlikeli bir lanetli evdir.

Mike Flanagan'ın yaratcısı olduğu dizinin oyuncuları arasında; Victoria Pedretti, Oliver Jackson-Cohen, Amelia Eve, T'Nia Miller, Rahul Kohli, Tahirah Sharif, Amelie Bea Smith, Benjamin Evan Ainsworth, Henry Thomas ve Carla Gugino yer alıyor.




ARAFTAKİ RUHLAR

Diziyi dikkatli izlerseniz Bly Malikanesi'nde arka planda gizlenen hayaletler görülüyor. Bunlar aslında Lady In The Lake olarak bilinen Viola Willoughby adlı hayalete bağlı olan ruhlardır. Bu hayaletler aslında öteki tarafa geçiş yapamayan bir nevi arafta kalan suretler olduğunu görüyoruz. Modern edebiyatın en büyük isimlerinden İngiliz yazar ve eleştirmen Virginia Woolf, makalelerinin bir araya getirildiği Granit ve Gökkuşağı adlı kitabının 'Henry James’in Hayalet Hikayeleri' isimli makalesinde korku edebiyatına da değinir. Bu makale 1921 yılında İngiliz The Times gazetesinin “The Times Littery Supplement” adlı edebiyat eki için yazılmıştır. Buradaki eleştirisinde şöyle der; “Bir hayalet hikâyesinin özelliklerinin yanı sıra aynı zamanda sembolik olma özelliğine de sahip olması hayaletin tutku veya vicdan krizlerine alışık olduğunu bize hissettirir.” Tıpkı dizideki Viola Willoughby ve ona bağlı hayaletlerin aslında göründüklerinin aksine vicdan duygusuna sahip birer hortlak olması gibi. 



ÖLÜLER ÂLEMİ

The Haunting of Bly Manor dizisi; korku, gerilim ve gizem severlerin beğenerek izleyeceği türde bir yapım. Ancak fazlasıyla ağır ve dram yüklü bir anlatıma sahip olduğunu söylemekte fayda var. Özellikle filmdeki arafta kalan ruhların, M. Night Shyamalan'ın 1999 yapımı Altıncı His (The Sixth Sense)  ve Alejandro Amenábar'ın 2001 yapımı Diğerleri (The Others) adlı filmlerdeki ölüm temasından esinlendiği ve onların izinden gittiği ortada. Buna rağmen dizi, perili ev türü anlatılarına farklı bir yorum getirmesi açısından izlemeye değer. 

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY



17 Ekim 2020 Cumartesi

ŞEYTANA SATILAN RUH 'NOCTURNE'

 



"WELCOME TO THE BLUMHOUSE"

Düşük bütçeli ancak başarılı korku-gerilim yapımlarına imza atan Blumhouse Productions şirketi, Amazon Prime için “Welcome to the Blumhouse” başlığı altında 8 filmlik bir korku serisi hazırlamak için el sıkıştı. Nocturne filmi ise; bu serinin sanat, psikoloji ve korku temalarıyla harmanlanmış olan başarılı  yapımlarından birisi. Senaryosunu ve aynı zamanda yönetmenliğini de Zu Quirke'nin yaptığı film, gizem ve gerilim türü severler için güzel bir yapım. Elbette büyük beklentiye girmemek kaydıyla.





FİLMİN KONUSU

Piyanist Juliet, ablası Vivian'ın müzik hayatındaki başarısını delicesine kıskanan bir kızdır. Aile içerisinde ve okul hayatında sürekli olarak ablasının gölgesinde kalan Juliet, sonunda çareyi ablasını geride bırakacağına inandığı şeytanla yapacağı antlaşmada bulur. Ancak bu antlaşmanın bedelleri de bir o kadar ağır olacaktır.

Filmin oyuncuları arasında;  Sydney Sweeney, Madison Iseman, Jacques Colimon, Ivan Shaw, Julie Benz ve Rodney To yer alıyor.




KÖTÜLÜĞÜN EGEMENLİĞİ

Juliet, ablasını öldüresiye kıskanan takıntılı bir karakter. Bu takıntısı, onu kötülüğün egemenliği altına girmesine ve şeytanla yaptığı anlaşması da büyük bedeller ödemesine neden oluyor. Filmde işlenen şeytanla antlaşma, daha öncesinde defalarca edebiyat dünyasında işlenmiş bir temadır. Alman yazar Albert Van Chamisso'nun; 1814'te kaleme aldığı Peter Schlemihl’in Olağanüstü Öyküsü eseri, şeytana sonsuz bir servet elde etmek uğruna gölgesini satan ve bu uğurda halkın gözünden düşerek büyük kayıplara uğrayan adamın hikayesini anlatır. Fransız yazar Honoré de Balzac, 1831 tarihli romanı Tılsımlı Deri'de; Raphael de Valentin adlı karakter arzularına kavuşmasını sağlayan ancak bedelini kısalan ömrüyle ödediği esrarengiz bir deriyle sınanır. Filmdeki müzisyen kız Juliet'de aynı edebiyattaki karakterler gibi, ölümle yaptığı antlaşması sonucunda büyük bedeller öder ve kötülüğün egemenliği altında ezilir.


ŞEYTANIN KEMANCISI

Vivien'e sonsuz kıskançlık duygusu besleyen Juliet, kardeşinin piyanoda çalıştığı beste Şeytan Trili'ni daha iyi çalmaya karar verir ve bu parçayı seçer. Barok döneminin en büyük İtalyan bestecilerinden birisi olan Giuseppe Tartini'nin Devil’s Trill Sonata olarak bilinen G minör, B.g5'teki keman sonatının ilginç bir öyküsü vardır. Giuseppe Tartini, bir gece rüyasında şeytanın ziyaretine geldiğini görür. Tartini şeytanla yaptığı antlaşma sonucunda ruhunu ona satar. Ancak onun için çok büyük önem taşıyan kemanını şeytanın çalıp çalamayacağını görmek için ona verir. Kemanı alan şeytan, olağanüstü bir şekilde çalar. Ölesiye büyülenen Tartini, uyanır uyanmaz kemanına sarılır ve rüyasında şeytanın çaldığı eseri besteler. Ancak bestesi, rüyasında şeytanın çaldığı eserden çok uzaktır. Bu nedenle Tartini, kemanını parçalayıp müziğe küsmeyi bile düşünür. Fakat Tartini'nin bu eseri, keman sanatını yücelten en büyük başyapıtlardan birisidir.


SANAT, KORKU VE GERİLİM BİR ARADA

Sanat, psikoloji ve fantastik unsurların bir arada sunulduğu Nocturne filmi, korku-gerilim severlerin beğenerek izleyeceği bir yapım. Özellikle korku severlerin; düşük bütçeli ancak buna rağmen muazzam işler yapan Blumhouse Productions şirketinin yapımlarını takip etmesini öneririm.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY









12 Ekim 2020 Pazartesi

ADAM SANDLER'DAN BİR CADILAR BAYRAMI KOMEDİSİ (HUBIE HALLOWEEN)

 




HUBIE'NİN CADILAR BAYRAMI

 Ünlü komedyen ve yapımcı Adam Sandler, bu defa izleyicinin karşısına konusu cadılar bayramında geçen bir Netflix yapımıyla çıkıyor. Komedi, aile ve fantastik türündeki Hubie'nin Cadılar Bayramı (Hubie Halloween) filminin yönetmen koltuğunda Steven Brill oturuyor. Senaryosu Tim Herlihy ve Adam Sandler'a ait olan filmin oyuncu kadrosunda; Kevin James, Ray Liotta, Steve Buscemi, Rob Schneider, Ben Stiller, Julie Bowen, Noah Schnapp, Paris Berelc ve Shaquille O'Neal gibi ünlüler yer alıyor. Ayrıca filmde Adam Sandler'ın gerçek hayattaki kızları Sadie Sandler ve Sunny Madeline Sandler'da rol alıyor. Hubie'nin Cadılar Bayramı filmi komedi severlerin ve özellikle Adam Sandler filmlerine aşina olanların beğenerek izleyeceği bir yapım.




HUBIE HALLOWEEN KONUSU

Hubie Dubois, tuhaf davranışları ve korkaklığı nedeniyle, Salem'de yaşayan yetişkinler ve çocuklar tarafından küçümsenip alay edilen bir karakterdir. Ancak işlerin korkunç bir hal aldığı Cadılar Bayramı gecesinde, kasabayı koruyacak ve Cadılar Bayramı'nı kurtaracak kişi sevgi dolu Hubie Dubois'dan başkası olmayacaktır.



SEVGİNİN GÜCÜ

Korkak ama bir o kadar sevgi dolu karakter olan Hubie Dubois, Salem halkı tarafından hor görülen ve aşağılanan bir adamdır. Ancak cesaretini sevgisinden alan bu adam, bir anda kasaba halkının gönlünü feth eder ve bir kahramana dönüşür. Filmde verilmek istenen mesaj ise; her bireyin aslında kendi içerisinde bir kahraman olduğu ve bunu keşfetmek için gereken tek şeyin aslında her zaman içerisinde bulunan sevgiye bakması olduğunu gösteriyor. 

Komedi, aile ve macera türünde bir yapım olan 'Hubie'nin Cadılar Bayramı' filmi, özellikle Adam Sandler'ın absürt komedi tarzına aşina olanların beğenerek izleyeceği sıcak ve sevgi dolu bir yapım.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


AYKIRI SÜPER KAHRAMANLAR 'THE BOYS'

 



ANTİ KAHRAMANLAR

 Amazon Prime'da yayınlanan 'The Boys' dizisi, Amerikalı çizgi roman illüstratörü Garth Ennis ile Kuzey İrlanda asıllı Amerikalı çizgi roman yazarı Darick Robertson'ın aynı adlı çizgi roman serisinden uyarlandı. 2. sezonun yayına girmesiyle rekorlar kıran popüler dizi, bir anda gündeme oturdu. Eric Kripke tarafından yaratılan 'The Boys', aslında pek alışık olmadığımız tipte bir süper kahraman yapımı. Çünkü kahraman olarak yer alan karakterlerin hepsi, aslında kötü kalpli ve azımasız kişiliklerden oluşuyor. İnsanlara gösterdikleri güler yüzlerinin altında birer kin ve nefret duygusu barınıyor. +18 yaş ibareli dizide fazlasıyla kan, şiddet ve vahşet var. Buna rağmen yetişkinlere yönelik mizahı ve aykırı diyaloglarıyla izleyicilerin beğenisini kazanmış durumda. Öyle ki; beklenilenin üzerinde bir izleyici kitlesine ulaşan 'The Boys', 1. sezonun izlenme oranını 2. sezonda yayınna girdiği ilk iki haftada yüzde 89 arttırarak kendi alanında bir rekor kırdı. Ayrıca dizinin 3. sezonun çekimleri 1 Şubat 2021’de başlayacağı duyuruldu. 'The Boys', daha önce benzerine rastlanmayan anti kahramanların anlatıldığı farklı bir yapım.





DİZİNİN KONUSU

Birinci sezonda The Boys ekibinin kurulma sürecini ve karakterlerin tanıtıldığı dizinin, ikinci sezonunda süper kahramanlar grubu The Seven ile olan mücadelesini konu alıyor.  

Kanunu korumayı amaç edinen The Boys ekibi, süper kahramanları kendi çıkarları için kullanan Vought adlı şirkete ve kendilerine kahraman diyen The Seven grubuna karşı savaşını sürdürmektedir. Ancak başlarında acımasız kahraman Homelander'ın bulunduğu The Seven'ı yıkmak o kadar kolay değildir.

Oyuncuları arasında;  Karl Urban, Jack Quaid, Antony Starr, Erin Moriarty, Dominique McElligott, Jessie T. Usher, Laz Alonso, Chace Crawford, Tomer Capon, Karen Fukuhara, Nathan Mitchell ve Colby Minifie bulunuyor.



SÜPER KAHRAMAN MİTİ

Kahraman olarak lanse edilen The Seven grubunun, aslında yozlaşmış ve karanlık bir ekip olduğıu mizahi bir dille anlatılıyor. Öteki tarafta halka kötü olarak tanıtılan The Boys ekibi ise, aslında kötüleri durdurmayı amaç edinen bir grup normal insandan oluşmaktadır. Dizideki en önemli ve altı çizilen mesajda; asıl gerçek kahramanların insanlar oldukları ve kahramanları aramak için dışarıdaki yalanlara değil içinizde bulunan gerçeğe bakmanız gerektiği anlamı yatmakta. Ayrıca süper kahramanların yaratılmasını sağlayan ve onlara gücünü veren V Bileşeni adlı madde ise, aslında süper kahraman olarak tanıtılan karakterlerin her şeylerinin sahte olduğunu gösteriyor.



THE BOYS

Son dönemin popüler dizisi 'The Boys', klişe süper kahraman filmlerinden bıkanlar için farklı bir öykü sunuyor. Her bölümünde macera ve aksiyonun arttığı dizinin en büyük özelliği ve cezbedici noktası ise en şok edici ve vurucu sahneleri izleyiciye etkileyici bir mizah diliyle anlatması. 'The Boys', muadiline rastlanmayan bir öyküye sahip anti kahramanların anlatıldığı farklı bir yapım. 

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY



8 Ekim 2020 Perşembe

VAROLUŞUN FANTAZMAGORİK ANLATISI 'RAISED BY WOLVES'

 


YENİ DÜNYAYA YOLCULUK

 HBO Max'te yayınlanan 'Raised By Wolves', usta yönetmen Ridley Scott'ın imzasını taşıyan, senaryosunu ise Aaron Guzikowski'nin yazdığı bir bilim kurgu yapımı. İlk iki bölümün yönetmenliğini Ridley Scott'ın yaptığı dizi, fantastik unsurlar içeren evrene olağanüstü bir giriş yapıyor. Varoluşçuluk felsefisi ve evrim düşüncesi üzerine muhteşem diyaloglarla bezeli olan yapım, izleyiciyi soktuğu düşsel atmosfer bakımından kesinlikle izlemeye değer. Soyu tükenme noktasına gelen insan neslini kurtarma misyonuyla görevlendirilen iki android, ebeveyn rolüne bürünerek yeni bir gezegene iner. Ulaştıkları gezegende yanlarında taşıdıkları embriyoları büyüterek, yeni bir insan soyu oluşturacak medeniyeti kurma sorumluluğu üstlenirler. Dizide; varoluş mitlerinde işlenen kehanet ve seçilmiş kişi arketipleri inanç ekseni etrafında dönüyor. 'Raised By Wolves' izleyiciyi, mitolojik ve sembolik metforlardan oluşan muhteşem görsel atmosferlerden oluşan bir göstergeler evrenine sürüklüyor.




ROMA KÜLTÜ

Dizide çocuklar kutu içerisinde dünyadan bir hatıra olarak kapsül/kutu içerisinde getirdikleri Romulus'un dişini gösteriyorlar. Romulus M.Ö. 753'te Roma şehrinin kurucularındandır. Ayrıca dizideki işlenen din/inanç'ta milattan sonra birinci yüzyıl ile dördüncü yüzyıl arasında benimsenen mistik Roma kültü 'Mitraizm'dir. Karakterlerin "SOL" diye seslendikleri isim ise, eski Roma’da iki ayrı güneş tanrısının ortak adıdır. Dizideki askerler kendilerine bu yüzden Mitraistler demektedir. 




YUNAN MİTOLOJSİNDE 'LAMIA'

Dizideki Anne adlı ebeveyn rolü üstlenen android karakter, tehlike anında gözlerini çıkarıp Necromancer'e dönüşerek savaş moduna geçiyor ve çocuklarını koruyor. Ayrıca geceleri android olduğu için uyumayıp keşif turlarına çıkıyor. Anne karakterine adı sorulduğunda "Lamia" diye yanıt verir. Yunan mitolojisinde Lamia, Zeus'un gönül verdiği bir kızdır. Efsaneye göre Lamia her çocuk doğurduğunda Tanrı Zeus'un kıskanç eşi Hera gelir çocukları öldürürmüş. Sonunda mağaraya saklanan Lamia çocukları yaşayan analara düşman kesilir. Geceleri gözüne uyku girmediği için gider çocukları kaçırır ve yermiş.  Zeus ona acımış ve geceleri gözlerini çıkarıp yanındaki kaba koyarmış, o zaman Lamia uyur ve çocukları rahat bırakırmış.



KEPLER-22b

Androidlerin insan neslini devam ettirmek için ulaştığı yaşam için uygun gezegen dünya ile pek çok ortak özelliğe sahip olan Kepler-22b'dir. Kepler-22b, NASA’nın "Gezegen Avcısı" olarak bilinen teleskobu Kepler tarafından keşfedilmiştir. Kepler projesi kapsamında “yaşanabilir bölgede” keşfettiği ilk gezegen olan Kepler-22b, güneş sistemi dışında yer almakta ve dünyadan 600 ışık yılı uzaklıktadır. 



KOZMİK EVREN

Raised By Wolves, muhteşem bir girişle başlayan olağanüstü görsellerden oluşan bir dizi. İlerleyen bölümlerde kalitesi biraz düşüşe geçse de, farklı bir bilim kurgu evrenine yolculuk yapmak isteyen fantastik türü severlerin beğeneceği macera dolu bir yapım. Özellikle Ridley Scott'ın çektiği ilk iki bölüm ve oğlu Luke Scott'ın yönettiği üçüncü ve dördüncü bölümler diziye muhteşem bir ivme kazandırıyor.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY






7 Ekim 2020 Çarşamba

BİR MODERN PROMETHEUS ANLATISI: LITTLE JOE

 


VAROLUŞUN SİMBİYOTİK NESNESİ

Avusturyalı sinemacı Jessica Hausner'in yönetmen koltuğunda oturduğu Little Joe, özellikle bilim kurgu ve korku temalarından hoşlananların beğenerek izleyeceği türde bir yapım. Ayrıca filmin başrolünü üstlenen Emily Beecham, 72. Cannes Film Festivali'nde Little Joe'daki muhteşem performansıyla En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü de kucakladı. İngiliz yazar Mary Shelley'nin Frankenstein ya da Modern Prometheus adlı dehşet romanından ilham alınan Little Joe filminde; Alice karakteri, seyirciyi insanlığa sonsuz mutluluk bahşedeceği mitosuyla korkunç bir kabus evrenine sokuyor. Filmde genetik bilimi ve gelişen yüksek teknolojiden yararlanılarak bir nevi yeryüzünde cennet kurma sorunsalı işleniyor. Gizem ve gerilim unsurlarının iç içe geçtiği filmin konusu kısaca şu şekilde; Genç botanikçi Alice, kokusuyla sahibini mutlu edecek Little Joe isimli kırmızı bir çiçek yaratır ve bilim dünyasında bir çığır açar. Ancak daha sonrasında işler kontrolden çıkar, çünkü Little Joe kontrollü bir şekilde azami kokuyu üretmesi için kısır olarak geliştirilmiştir. Doğal olmayan bu durum bitkinin reaksiyon geliştirmesine ve neslini idame ettirebilmek için yaşam mücadelesi vermesine neden olur. Sonsuz mutluluk verecek bir antidepresan bitki olarak üretilen Little Joe, artık insanların beyinlerini enfekte edip etkileyen patojenik bir virüs haline gelmiştir. 20. yüzyılın en büyük filozofları arasında yer alan, mistik düşünür ve toplum felsefecisi Simone Weil, düşüncelerini aktardığı başyapıtı Yerçekimi ve İnayet'te "Her şeye elverişli olan ebedidir." der. Filmdeki Little Joe adlı bitkinin de, hayatta kalmak için her şeye elverişli olduğunu ve elinden gelen tüm olanakları ebedi varoluşu için kullandığını film boyunca anlıyoruz.




SONSUZ MUTLULUK PATOLOJİSİ

Özel hayatında düzeni pek koruyamayan Alice karakterinin, konu iş hayatına gelince de aynı çarpıklığı yansıttığını görüyoruz. İnsanlara kokusuyla sonsuz mutluluk bahşeden Little Joe projesi, doğaya yapılan bu kimyasal/sentetik uygulamayla geri tepiyor ve bambaşka bir yapıya dönüşerek insanlığı tehdit eden bir kabus projesine dönüşüyor. 20. yüzyılın en büyük retorik sentezcisi ve filozoflarından olan Rumen yazar E. M. Cioran, 23 yaşında insomnia adlı uykusuzluk hastalığına tutulduğunda kendisini filozoflar mertebesine çıkartan 'Umutsuzluğun Doruklarında' eserini yazarak alanında bir çığır açar.  Cioran, kitabının Tarih ve Sonsuzluk adlı bölümünde; "Sonsuzluk meraklılarını harekete geçiren şey ölüm korkusudur."der. Filmdeki sonsuz mutluluk perspektifinden baktığımızda, aslında Alice karakterini harekete geçiren şeyin de bu güdü olduğunu anlıyoruz. Alice, eşinden boşanmış ve ergenlik çağındaki çocuğu Joe'yla birlikte yaşama ve hayata tutunma mücadelesi veren bir karakterdir aslında. 



BİTKİLER ALEMİNDE BİLİNÇ NEHRİ 

Avuturyalı sinemacı Jessica Hausner'in yönettiği filmde; kısır olarak üretilen Little Joe adlı bitkinin, soyunu devam ettirebilmek için insan ırkını kullanan akıllı bir organizma olduğunu görüyoruz. Simbiyoz vari bir ilişki türü benimseyen Little Joe, insanları kendisine bağımlı kılan bir strateji geliştiriyor ve insanlığın amacına hizmet etmesini hedefliyor. Dünyaca ünlü İngiliz Nöroloji Profesörü Oliver Sacks, Bilinç Nehri adlı kitabında; insan dışı yaşam formlarında bilincin devinimini, belleğin doğasını ve zihinsel hayatını inceler. Sacks kitabında Charles Darwin'in 1880'de yayımlanan Bitkilerde Hareketin Gücü (The Power of Movement in Plants) adlı kitabından alıntılar yapar. Darwin kitabında yer alan yulaf çimi deneyi sonucunda; çim yaprakları ve tendrillerin ucunda ışığa duyarlı göz gibi bir bölge olduğu sonucuna varır. Bu kökçüğün ucunun hareketleri yöneten beyin gibi davrandığını söylemenin abartı olmayacağını yazar kitabında. Oliver Sacks, Darwin'in kullandığı tekniklerin ne kadar basit olursa olsun gözlemlerinin kesin ve doğru olduğunu vurgular. Filmde de Little Joe bitkisinin (tıpkı Darwin'in sanısında olduğu gibi) ısıya, ışığa ve insanların varlığına karşı duyarlı olduğunu ayrıca çiçeklerini açarak bir tür bilinç örneği barındırdığını görüyoruz.


KASSANDRA SENDROMU

Bella karakteri filmde gerçekleşecek kötü olayları önceden gören ve fark eden yegane karakter. Ancak buna rağmen etrafındaki hiç kimseyi uyarılarına inandıramaması, onu adeta azaplar çukuruna sürüklüyor ve sonunu getiriyor. Aslında Bella karakteri üzerinden filmin alt metninde mitolojik bir anlatı yer alıyor. Yunan mitolojisinde Kassandra, Apollon ile yaptığı antlaşma sonucunda en büyük dileği olan geleceği görme yetisine kavuşur. Ancak Apollon'a verdiği sözü tutmaz ve Apollon onu lanetler. Lanetlenen Kassandra, geleceği görebilir ancak kimseyi buna inandıramaz. Tıpkı Little Joe filminde Bella karakterinin kimseyi inandıramayıp sanrı ve hezeyan girdaplarına kapılıp kendini kaybetmesi gibi. Ayrıca bu uslamlamadan yola çıkıp psikolojiye geçtiğimizde Kassandra Kompleksi terimi yer almaktadır. Geleceğe dair insanlara doğruyu söyleyip uyarmasına rağmen kimseyi inandıramama durumuna Kassandra Kompleksi adı verilir. Böylece Kassandra Kompleksi teriminin filmin temel izleklerinden birini oluşturduğunu görüyoruz. Benliğin karanlık çöllerinde gezinen Jessica Hausner'in abidevi filmi Little Joe, bilim kurgu severlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir başyapıt.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


Kaynakça:

E. M. Cioran, Umutsuzluğun Doruklarında, çev. Orçun Türkay, İstanbul: Jaguar Kitap, 2019

Oliver Sacks, Bilinç Nehri, çev. Dürrin Tunç, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019  

Simone Weil, Yerçekimi ve İnayet, çev. M. Mukadder Yakupoğlu, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2019



MIDNIGHT IN PARIS

 



PARİS'TE POSTMODERN BİR GECE YARISI

Sinemada rüya imgesini ustalıkla işleyen auteur yönetmenlerden birisi Woody Allen'dır. Bu imajı büyük bir ustalıkla uyguladığı filmi Paris'te Gece Yarısı, gerçeklik ve hayal dünyası arasında sıkışan bir adamın hikayesini işliyor. Filmin konusu kısaca şu şöyle; Amerikalı yazar Gil, nişanlısı Inez'in babasının işi dolayısıyla Paris'e gelmek zorunda kalır ve bu durumu bir fırsata çevirip tatile dönüştürürler. Ancak Gil, Paris'in büyüleyici sokaklarında geceleri sürreal bir zaman yolculuğuna çıkar ve bu durum çiftin hayatını derinden etkiler. 



PARİS'İN SEMBOLÜ EIFFEL KULESİ

Film boyunca görüyoruz ki; Paris imgesi izleyiciyi zihinsel temsillerden, düşsel metaforlara, nostaljik imajlardan, sanatsal görsellere kadar ilerledikçe artan bir göstergeler evrenine ulaştırıyor. Açılış sekansında Eiffel Kulesi'ni birçok açıdan beyazperdeye taşıyan yönetmen, bu görselin alt metninde aslında izleyiciye farklı bir mesaj iletiyor. Fransız göstergebilimci ve filozof Roland Barthes'in 1964'te yayımlanan 'Eiffel Kulesi' adlı denemesinde belirttiği gibi "Kule'yi görmemek için bitmez tükenmez önlemler almak gerekir." sözünün altını yönetmen görsel olarak çiziyor. Çünkü Eiffel Kulesi, Paris'in kaçınılmaz sembolü ve simgesidir. Hatta bundan da öte adeta kalbidir. 




ROMANTİK HAYAL YANILSAMASI VE TAVŞAN DELİĞİ

Owen Wilson'ın canlandırdığı Gil karakteri; 1920'lerin nostaljik Paris'inde yaşamayı hayal eden ve o dönemin klasik sanatçıları arasında bulunma düşlemlerine dalan sade bir yazar. Nişanlısı Inez ise, tam tersine ona zıt birisi ve Gil'in yaptıklarından hiç bir zaman hoşlanmayan ve memnun kalmayan gösterişe ve lükse bağımlı bir karakter. Hikayede çok önemli bir kırılma anı yaşanıyor ve Gil'in nişanlısı Inez üniversite yıllarından aşık olduğu yakışıklı dostu Paul ve eşi Carol'u görmesiyle başlıyor bu kırılma. Paul'un, dünyanın en seçkin eğitim kurumlarından birisi olan Sorbonne Üniversitesi'nde seminer vermesi ve daha birçok konuda baskın olan karakteri Gil'in ezilmesine ve kıskançlıkla birlikte çaresizliğe kapılıp kaçış yolları aramasına sebep oluyor. Ardından kendi başına çıktığı buhranlı bir yolculuk sırasında geçmişin gizemli sayfalarından sıyrılarak gelen ve karşısında beliren klasik bir araç, onu (bir nevi Alis'in tavşan deliğinden geçirerek) zamanda geçmişe doğru yolculuğa çıkartıyor ve hayalini kurduğu nostaljik rüyalar alemine götürüyor. Gil bu noktadan sonra; gerçeklikle arasına bir bariyer koyuyor ve geçmişe yaptığı bu sıra dışı yolculuk onun için adeta gerçek dünyadan hayal dünyasına bir kaçış noktası oluyor. Bu bariyer aslında Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard'ın Simülakrlar ve Simülasyon adlı kuram kitabında bahsettiği simülasyon evreninin ta kendisi. Sanatçı ve edebiyatçı bir kimliğe sahip olan Gil'in, kafasında yarattığı bu evrende karşısına tarihteki sanatçı isimler; Ernest Hemingway, Pablo Picasso, F. Scott Fitzgerald, Salvador Dali gibi ünlüler çıkıyor. Burada yer alan tarihsel kişiliklerle karşılaşan ve onlarla sohbet eden Gil karakterinin, Jean Baudrillard'ın kitabında bahsettiği hipergerçeklik yani simülasyon evrenine girdiğini görüyoruz. Baudrillard kitabında; "Bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesine hipergerçek yani simülasyon denilmektedir." der. Bu sürece girme sebebi ise; kendi gerçekliğini hayal aleminde bulması ve asıl benliğine burada kavuşup bu sayede de gerçekleri görmesi. 





VAROLUŞUN FANTAZMATİK ANLATISI

Paris'te Gece Yarısı'nın ana karakteri Gil, girdiği zaman boyutunda fantastik unsurlarla bezeli bir çağa adım atıyor ve o dönemi benimsiyor. Hikaye aslında eşiyle sorunları olan ve bunun farkında olmayan bir adamın dramını anlatıyor. Ancak yönetmen Woody Allen, fantastik anlatıyı mizahla bütünleştirerek farklı bir açıdan işliyor. Fantastik anlatıyı neden kullandığına gelirsek karakterin varoluşunu ve kendi kimliğini yeniden keşfedişini fantastik anlatıya dayandırıyor. Sloven filozof Slavoj Zizek''Hiçten Az'' adlı kitabında günümüz ideolojik felsefesinin kapsamlı bir eleştirisini yapar ve demokratik materyalizm ve söylemsel tarihselcilik konularını derinlemesine irdeler. Hiçten Az'ın anlama ve algılama yetisi için olan bölümü Anlama Yetisi'ne Övgü kısmında ise fantastik anlatıya da değinir. Zizek; "Fantazmatik anlatı daima bir imkansız bakışı beraberinde getirir ki öznenin kendi yokluğunun sahnesinde var olmasını sağlayan bir bakıştır bu." der. Ayrıca Zizek, bu bakışın dönüşümlü gerçeklik yanılsamasıyla aynı olduğunun altını çizer. Filmde ise Gil karakterinin tıpkı Zizek'in kitabında bahsettiği gibi kendi yokluğunun sahnesinde gerçekleri algılayarak tekrardan var olduğunu görüyoruz. 

Fantastik unsurlarla bezeli romantik türdeki Paris'te Gece Yarısı filmi, özellikle sanat severlerin ve özellikle de edebiyat aşıklarının soluksuz izleyeceği bir yapım.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


Kaynakça:

Roland Barthes, Bir Deneme Bir Ders: Eiffel Kulesi ve Açılış Dersi, çev. Mehmet Rifat, Sema Rifat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2008

Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, çev. Oğuz Adanır, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2003

Slavoj Zizek, Hiçten Az: Hegel ve Diyalektik Materyalizmin Gölgesi. Çev. Erkan Ünal, İstanbul: Encore Yayınları, 2015

The Matrix, Yön. Lana Wachowski, Lilly Wachowski, DVD, 1999  




PARİS'E FEMİNEN BİR DOKUNUŞ 'EMILY IN PARIS'

 



ROMANTİK BİR PARİS ATMOSFERİ

 Romantik komedi filmlerinin yeni nesil sevilen oyuncusu Lily Collins, bu defa karşımıza Netflix yapımı bir Amerikan dizisiyle çıkıyor. Yönetmen koltuğunda Sex and the City’nin yaratıcısı Darren Star’ın oturduğu dizi, izleyiciyi muhteşem bir Paris seyahatine çıkartıyor. Özellikle genç kızların beğendiği 'The Devil Wears Prada' türü filmlerin izinden giden yapım; aşk, kariyer ve moda dünyası üçgeninde geçiyor. Emily In Paris, istenmediği yerde/ülkede tek başına ayakta kalmaya ve tutunmaya çalışan bir genç kızın mizah dolu öyküsünü anlatıyor. Bir nevi Amerikan Rüyası temasının işlendiği bu neşeli dizi, çarpıcı Paris atmosferini deneyimlemek ve soluksuz bir maceraya atılmak isteyenlerin kaçırmaması gereken bir yapım.



EMILY IN PARIS

Emily Cooper pazarlama yöneticisi olarak Chicago'da çalışmaktadır. Hiç beklemediği bir anda karşısına Paris'te çalışma fırsatı çıkar. Paris'te yeni bir hayata adım atan Emily, bir yandan yeni işine adapte olmaya çalışırken diğer yandan aşk ve arkadaşlık ilişkilerini yürütmeye çalışır. Macera dolu romantik bir yolculuğa atılan Emily, Paris'in altını üstüne getirecektir. 

Dizinin oyuncuları arasında; Lily Collins, Philippine Leroy-Beaulieu, Ashley Park, Lucas Bravo, Samuel Arnold, Camille Razat ve Bruno Gouery yer alıyor.





FEMİNİZM GÖSTERGELERİ

Chicago'dan Paris'e gelerek Fransız kültürünü benimsemeye ve alışmaya çalışan Emily'nin, mizah dolu hikayesinde birçok feminizm göstergesi yer alıyor. Örneğin Paris'in en ünlü cafelerinden birisi olan "Cafe'de Flore"da vakit geçirdiğini görüyoruz. Burası (dizide de anlatıldığı gibi) Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir'nın vakit geçirdiği tarihi bir mekan. Fransız Simone de Beauvoir, 20. yüzyılın en büyük filozofları arasındadır ve ayrıca fenizim denilince ilk akla gelen isimlerden birisinir. Feminist bir düşünür olan Simone de Beauvoir'nın modern feminizmin temellerini attığı 1949 yılında yayınanan 'İkinci Cinsiyet' (Le Deuxième Sexe)  adlı eseri, bu akımın en önemli kaynak kitaplarından birisidir. Dizide de Emily karakterinin Beauvoir'nın oturduğu cafede oturduğu sırada tanıştığı Thomas karakterine bu kitabı üniversite yıllarında okuduğunu söyler. Ayrıca Thomas karakteri sonrasında Emily'e Anais Nin'in kitabını verir. Fransız yazar Anais Nin, kitaplarında erkeklerle yaşadığı ilişkileri anlatır ve onları eserlerinde bir nevi meta gibi sunar. Aynı şekilde Emily'nin de ilişkilerine bu şekilde yaklaştığını görüyoruz. Bir başka sahnede Emily, Antoine Lambert ve Sylvie karakterlerinin çektiği reklam filmine erkek bakışıyla çektiği ve kadını bir meta olarak kullandıkları için tepki gösterir. Dizide görüyoruz ki; Emily karakteri, istenmediği yerde tek başına ayakta kalmak için yaşam savaşı veren güçlü bir kız imajı çiziyor. 





KADININ FENDİ

Kültürel farklılıkların mizahi bir dille anlatıldığı Emily In Paris, olağanüstü görsellerin yer aldığı; zarafet, ihtişam ve lüksün vücut bulduğu eğlenceli bir gençlik dizisi. Özellikle genç kızların beğenerek izleyeceği bir dizi olan Emily In Paris, ışıltılı Paris atmosferini deneyimlemek isteyenlerin kaçırmaması gereken eğlenceli bir yapım.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY