22 Aralık 2021 Çarşamba

KENNETH BRANAGH’TAN DRAMATİK BİR YAPIM “BELFAST”

 




DOKUNAKLI VE DUYGUSAL BİR HİKÂYE

Dünya prömiyerini 2 Eylül 2021’de 48. Telluride Film Festivali‘nde yapan film, 2021 Toronto Uluslararası Film Festivali‘nde (Oscar’ın habercisi olan) “Halkın Seçimi Ödülü”nü kazanarak Akademi Ödülleri’nin iddialı yapımlardan birisi olacağını şimdiden müjdeledi. Yazar-Yönetmen Kenneth Branagh’ın kendi çocukluğuna dayanan yarı otobiyografik filmi “Belfast”, 1960’ların Kuzey İrlanda’sının siyasi çalkantılı ve bir o kadar dokunaklı öyküsünü aktarıyor. Küçük bir çocuğun gözünden bir dönemin panoramasını çizen yönetmen; dehşet ve vahşetin umutsuzluğa yol açan kapısını, sevginin masumiyeti üzerinden duygusal bir dille irdeliyor. Altmışların sonlarında başlayan Kuzey İrlanda Sorunu (The Troubles) ve iç savaşların patlak verdiği şiddet olaylarını merkezine alan yapımda, işsizlik meselesi ve Protestan-Katolik dini çatışmasını çarpıcı bir anlatımla izleyiciye sunuyor. Tüm bu kaosun ardında ise, aile bağlarının güçlü yanlarını ve komşuluk ilişkilerinin önemini vurguluyor. Sinematografik bakımdan renk kullanımı her ne kadar geçmiş ile günümüz arasında bir ayrım yapmak için kullanılsa da; ümitsizliğin içerisine hapis olmuş toplumun, Hollywood’un umut aşılayan sinemasına giderek gerçek hayattan uzaklaştığını ve renkli aynı zamanda mutlu bir ana sadece burada kavuşabildiklerini gösteriyor.




FİLMİN KONUSU

Belfast filmi; ailesi Kuzey İrlanda’nın Belfast kentindeki işçi sınıfından gelen küçük birçocuk olan Buddy’nin, 1960’ların kargaşalı ve bir o kadar çalkantılı dönemini hazin bir dille anlatıyor.

Oyuncu kadrosunda; Jude Hill, Lewis McAskie, Caitriona Balfe, Jamie Dornan,  Ciarán Hinds, Josie Walker, Freya Yates ve OscarAltın Küre ve Tony Ödülü sahibi usta aktris Judi Dench yer alıyor.



SEVGİNİN GÜCÜ

Belfast doğumlu yönetmen Kenneth Branagh’ın yanı sıra, filmin çeşitli üyeleri de aslında Belfast doğumlu; Jamie DornanCiarán Hinds ve Josie Walker. Film barındırdığı tüm dramatik ve duygusal unsurlarına rağmen, içerisine serpiştirilmiş kara-mizah ve ironik göndermelerle izleyiciyi her yönden etkisi altına alan bir yapım. Dram ve komedi severlerin beğeniyle izleyeceği dönem filmi Belfast, kesinlikle kaçırılmaması gereken epik bir şaheser.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


RETROSPEKTİF BİR DÜŞ MASALI “DÜN GECE SOHO’DA (LAST NIGHT IN SOHO)”

 



NOSTALJİK BİR RÜYA KUŞAĞI

İngiliz yönetmen Edgar Wright’ın psikolojik-gerilim ve korku türündeki filmi Last Nigh in Soho, izleyiciye halüsinatif ve düşsel bir evrenin kapılarını aralatan mistik bir yapım. Grotesk Gerçekçiliğin korku motifleriyle bezeli bir film olan Dün Gece Soho’da, seyirciyi ana karakteri aracılığıyla kırsaldan kozmopolit bir şehre taşıyor ve parlak ışıkların çevrelediği 1960’ların nostaljik Londra sokaklarında zamanda yolculuğa çıkartıyor. Geçmişin rüyalarına dair yapılan bu karanlık serüven, modern sinemanın neo-noir ve postmodernize türleri arasında gidip geliyor. Ayrıca oradan oraya savrulan karakter üzerinden, postmodern felsefenin önde gelen filozofları Gilles Deleuze ve Félix Guattari‘nin “Yersiz-Yurtsuzlaşma” kavramının da bu anlamda öne çıktığını görüyoruz. Ek olarak; Fransız etnolog ve antropolog Marc Auge’un, üst modernitenin mekanları olarak adlandırdığı “Yok-Yer” kavramı, tanımı itibariyle kimliksel, ilişkisel ve tarihi olmayan mekanları betimler. Filmde geçmiş zamana yolculuk yaparak mekânsal anlam yitimi yaşayan karakterin, Marc Auge’un ütopyanın zıttı olarak bahsettiği olgusu üzerinden mekânsal bir metalaşmayla karşılaştığı görülüyor. Altmışların ışıltılı ve gösterişli eğlence dünyasına adım attığımız karanlık yapım; sinematografik bakımdan renk paletinin yoğun bir şekilde kullanıldığı güzel kadrajlarla bezenmiş benzersiz bir kaotik atmosfer yansıtmasının yanı sıra, bizleri Oscar Ödüllü besteci Steven Price tarafından ustaca bestelenmiş dönem müziklerinin eşlik ettiği kabus dolu bir dünyaya götürüyor. Yönetmen Edgar Wright, yarattığı sıra dışı kahramanında nostaljinin pembe camlı gözlüklerinden kaçınarak ortama bir ihtiyat getirmiş ve neon ışıkları altında platin sarısı saçlarıyla Brigitte Bardot’yu temel alarak parlak ışıklı bir kabus evreni yaratmış.




FİLMİN KONUSU

Genç kız Eloise, hevesli bir moda öğrencisi olarak geleceğine başlamak üzere köyden büyük şehre, Londra’ya gelir. Eski çağa takıntılı bir özlem duyan Eloise, 60’ların İngiltere’sini tüm görkemiyle yaşamayı umutsuzca istemektedir. Kiralık bir oda bulduğu Bayan Collins’in üst katında, gece gördüğü rüyalar onu hayalini kurduğu nostaljik Londra sokaklarına götürür ve orada idolü olan büyüleyici şarkıcıyla karşılaşır. Ancak gördüğü bu vizyonlar karanlık sonuçların doğmasına neden olacaktır.

Filmin oyuncuları arasında; Thomasin McKenzie, Anya Taylor-Joy, Matt Smith, Terence Stamp, Diana Rigg, Rita Tushingham, Michael Ajao ve Synnøve Karlsen yer alıyor.




JAMES BOND’A SAYGI DURUŞU

Bir James Bond filmi yönetmeyi çok istediğini sık sık dile getiren yönetmen Edgar WrightHot Fuzz (2007) ve The World’s End (2013) filmlerindeki James Bond serisine dair geleneği sürdürüyor ve bu yapımda da pek çok gönderme bulunuyor. Şöyle ki; Eloise’in 1965 yılına gittiği zaman diliminde, Sean Connery’nin başrolünü üstlendiği Yıldırım Harkeatı/Thunderball (1965) filminin afişi görülüyor. Ayrıca Jack karakteri barmene James karakteri için Vesper kokteyli hazırlamasını söyler. Bu içecek Ian Fleming’in 1953 tarihli romanı Casino Royale’de ilk olarak adlandırıldı ve James Bond karakteriyle özdeşleşti. Bayan Collins karakterine hayat veren İngiliz aktris Diana Rigg, 1969 yapımı 007 James Bond Kraliçenin Hizmetinde (On HerMajesty’s Secret Service) filminde Tracy adlı Bond kızını oynamıştı. Filmde Barmaid Sage karakterini oynayan İngiliz oyuncu Margaret Nolan ise, 1964 tarihli Altınparmak (Goldfinger) filmindeki Dink karakterini canlandırmıştı. Son olarak filmdeki Cadılar Bayramı sekansında bir karakterin, Yaşamak İçin Öldür/Live and Let Die (1973) filmindeki Baron Samedi ve Spectre (2015) filminde de bir benzerine rastladığımız Daniel Craig‘in Ölüler Günü (Dia De Muertos) kostümünden giydiğini görüyoruz.



PARLAK IŞIKLARIN İÇERİSİNDE RENKLİ BİR GERİLİM

Film ismini 1960’larda aktif olan Dave Dee, Dozy, Beaky, Mick & Tich adlı İngiliz Beat müzik grubunun 1968’de yayınlanan “Last Night In Soho” adlı şarkısından alıyor. Sandie karakterinin hikâyesi ilerledikçe karakterin de fiziksel olarak değişmeye başladığını görüyoruz. Sandie’nin eskisine göre daha ağır makyaj yaptığını ve yüzündeki renkler daha solgun göründüğü fark ediliyor. Ayrıca kıyafetleri giderek koyu tonlara dönüyor ve ışıltıyla başlayan zarafeti yıpranarak erkekleri baştan çıkarmak için daha dekolte bir giyim tarzına bürünerek, neon parlaklığından karanlık tonlara dönüşen şehrin yozlaşmış kısmını yansıtıyor. Baş döndürücü Sürreal ayna efektlerinden oluşan kaotik düş dünyası ve sihirli bir portaldan geçmişçesine izleyiciyi büyüleyen (kareografisi özenle hazırlanmış) dans sahneleriyle ‘Dün Gece Soho’da filmi, gizem ve gerilim türü severlerin kaçırmaması gereken mistik bir yapım.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


JULIA DUCOURNAU’DAN ALTIN PALMİYE ÖDÜLLÜ “TITANE”

 





KARANLIK BİR YAPIM

‘Titane’ filmiyle 74. Cannes Film Festivali’nde (Festivalin en Prestijli ödülü olan) Altın Palmiye (Palme d’Or) alan Julia Ducournau, tarihte bu ödülü alan ikinci kadın sinemacı ve tek başına bu ödülü kazanan ilk kadın yönetmen olarak adını sinema tarihine yazdırdı. Ayrıca 2021 Toronto Uluslararası Film Festivali'nde de İzleyici Ödülü'nü alan Fransız yönetmen, ikinci uzun metrajlı filmiyle kısa sürede ödül sezonuna damgasını vurdu. ‘Titane’ filmi; edebiyatta teknoloji tapınmacılığına karşı çıkan “Yeni Dalga” (New Wave) akımının en önemli temsilcilerinden birisi olan J. G. Ballard’ın ve sinemada “ Beden Korkusu” (Body-Horror) türünün maestrosu olarak anılan David Cronenberg’in izinden gidiyor. Arabayı cinsel bir imge olarak gördüğümüz (J. G. Ballard’ın öncüsü olduğu) Oto-Erotizm türündeki yapımda, günümüz modern teknolojisinin benliğimizde yatan Psikopatolojiyi nasıl harekete geçirebileceğini ve beden-metal arasındaki dehşetli ilişkiyi insan sömürüsü adı altında politik bir eğretilemeyle ekrana taşıyor. Şiddet ve vahşet unsurlarının fazlasıyla ön plana çıktığı yapımda, çağın getirdiği zalim ve ışıltılı dünyaya dair eleştirel bir tavır takınıyor. Cinsel roller ve kimliklere dair çarpıcı uçlara değinmesinin yanı sıra, 21. Yüzyılın toplumsal ve kişisel ilişkilerini de ironik bir dille beyazperdeye taşıyor. Julia Ducournau, filmlerinde seyirciyi rahatsız eden ve geren bir üslup kullanan sinema yapımcıları; Michael Haneke, Lars Von Trier ve Gaspar Noe gibi yönetmenlerin izinden giderek kendi janrını oluşturuyor. Bu nedenle her izleyiciye hitap etmediğini söylemekte fayda var.



FİLMİN KONUSU

Çocukluğunda geçirdiği trafik kazası sonucu kafasına metal plaka konulan Alexia, büyüdüğünde geniş bir hayran kitlesine sahip dansçı olarak hayatına devam etmektedir. Erkeklerin yoğun ilgisinden bunalan genç kız, onları bir noktadan sonra öldürerek seri cinayetler işlemeye başlar ve ardından kılık değiştirerek çocuğu yıllardır kayıp olan bir babayı kandırarak yanına sığınır.

Oyuncu kadrosunda; Vincent Lindon, Agathe Rousselle, Garance Marillier, Laïs Salameh, Mara Cisse, Marin Judas, Diong-Kéba Tacu, Myriem Akheddiou, Bertrand Bonello, Céline Carrère, Adèle Guigue, Thibault Cathalifaud ve Dominique Frot yer alıyor.



ÇARPICI BİR FİLM

Karanlık bilim kurgu tarzındaki ‘Titane’ filmi, 2022’de gerçekleşecek olan 94. Akademi Ödülleri’nde, “En İyi Uluslararası Film” kategorisi için Fransa’nın Oscar adayı. Ayrıca 2021 Avrupa Film Ödülleri’nde “En İyi Saç ve Makyaj Sanatçısı” ödülünü de alan film; dram, korku ve gerilim türlerinin harmanlandığı yılın iddialı yapımlardan birisi.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


2 Aralık 2021 Perşembe

RIDLEY SCOTT’TAN YÜZYIL SAVAŞLARINA DESTANSI BİR BAKIŞ “SON DÜELLO (THE LAST DUEL)”

 




AMANSIZ DÜELLO

Amerikalı Orta Çağ edebiyatı uzmanı ve yazar Eric Jager’in belgelere dayalı 10 yıllık detaylı araştırmasının ardından yazdığı aynı adlı kitabından 100 milyon dolarlık bütçeyle uyarlanan Son Düello, usta yönetmen Ridley Scott’ın epik anlatımıyla sinema tarihine adını altın harflerle şimdiden yazmış durumda. Gerçek olaylara dayanan tarihsel bir intikam öyküsünü konu alan film, 14. Yüzyıl Fransa’sının barbarlığını ve vahşetini dönemsel bir panorama çizerek geniş bir perspektifle izleyiciye takdim ediyor. Dramatik bir performans eşliğinde sunulan ve mum ışığıyla seyirciyi büyüleyen teatral sahneler ise, efsane yönetmen Stanley Kubrick’in (iç mekân çekimlerinde sadece doğal ışık kullanarak çektiği) klasik yapıtı Barry Lyndon’a bir saygı duruşunda bulunuyor. İhanet hikâyesinin ardında bizlere savaşın acımasızlığını ve yıkıcılığını aktaran yapımda; şerefi elinden alınmış dirayetli bir kadının, cesaretini ve gücünü muhteşem bir performans ve olağanüstü bir görsel atmosferle aktarıyor.




FİLMİN KONUSU

Arkadaşlıkları ölümcül bir rekabete dönüşen Sir Jean de Carrouges ve Jacques Le Gris, aralarındaki husumeti Kral Charles VI’nın huzurunda Fransa’nın son onaylanmış düellosu ile çözecektir.

Ödüllü oyuncu kadrounda; Matt Damon, Adam Driver, Ben Affleck, Jodie Comer, Harriet Walter, Alex Lawther, Marton Csokas, William Houston, Oliver Cotton, Aurélien Lorgnier, Tallulah Haddon ve Nathaniel Parker gibi yıldız isimler yer alıyor.



EPİK BİR YAPIM

Son Düello filminin görkemli Orta Çağ atmosferini yansıtan çekimleri; İrlanda’da ve Fransa’nın Dordogne bölgesindeki en heybetli ve en iyi muhafaza edilmiş saraylarından birisi olan Beynac Şatosu’nda ve Fontaine-Les Sorel Şatosu’nda, ayrıca Sainte-Mondane bölgesindeki Fénelon Şatosu, Paris sokakları olarak gördüğümüz sahneler ise Fransa’nın en güzel şehirlerinden olan Monpazier’de ve 1100 yıllık Karolenjler kilisesinin üzerine inşa edilen, Fransa’nın doğusundaki Bourgogne’daki Berzé-le-Châtel Şatosunda gerçekleşti. Filmdeki benzersiz görselin, destansı anlatımın ardında büyük bir emek ve sabır saklı. Şöyle ki; eşsiz görsel atmosferleri ve kusursuz sinematografik bakış açısı ile bilinen Ridley Scott, bu yapımda da Akademi Ödülü adayı görüntü yönetmeni Darius Wolski’ye sahneyi çekim için bırakmadan önce, bizzat kendisi dört kamerayı açılarından ışığına varıncaya kadar tüm detaylarıyla düzenliyor ve ardından dört kamera operatörüne çekim için devrediyor.



EŞSİZ KOSTÜM TASARIMI

Kostümlere büyük önem veren usta yönetmen, daha önceki iki Orta Çağ filminden (“Kingdom of Heaven” ve “Robin Hood”) sonra bu yapım içinde birlikte çalıştığı kostüm tasarımcısı Janty Yates ile birlikte ilk defa bu film için tüm vücudu kaplayan zırhlar tasarladı. 14.  yüzyıldan günümüze tam takım zırh kalmadığından, bu dizaynlar için New York’taki Metropoliten Sanat Müzesi’nde sergilenen, Fashensctok isimli Orta Çağ stilinden ilham aldılar. Son olarak filmin orijinal müziği Altın Küre ve Grammy ödüllerine aday gösterilmiş ünlü İngiliz besteci Harry Gregson-Williams tarafından bestelendi. İçlerinde ünlü ses sanatçıları ve müzisyenlerin bulunduğu büyük bir orkestra ve koro tarafından icra edilen bu besteler için, Britanya’nın önde gelen sopranolarından Grace Davidson, meşhur kont tenor Lestyn Davies gibi isimler yer aldı. Bu solistlere Londralı vokal topluluğu Voces8 eşlik etti ve (Gregson-Williams’ın deyimiyle) ortaya eşsiz saflıkta bir ses ve dengesi muhteşem besteler çıktı.

The Last Duel filmi Marguerite de Carrouges’ın 600 yıl önceki yaşanmışlıklarını ve aile trajedisini temel alıyor, ancak Ridley Scott’ın epik ve efsanevi anlatımı izleyiciyi adeta Orta Çağ’ın erkek egemen ve karanlık dünyasına götürerek o kaotik dönemi adeta seyirciye yaşatıyor.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


24 Kasım 2021 Çarşamba

GALAKTİK İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞÜ “THE FOUNDATION”

 



 

GENETİK HANEDANLIĞIN SONU

Bilim kurgunun “Üç Büyük” yazarından birisi olarak anılan Isaac Asimov’un ödüllü roman serisinden uyarlanan The Foundation, Apple Tv+ platformunda gösterime girdi. Asimov’un; İngiliz tarihçi Edward Gibbon’ın ‘’Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’’ adlı abidevi eserinden etkilenerek yazdığı Vakıf serisi, Galaktik bir İmparatorluğun çöküşünü ve feodalizmin geri dönüşünü destansı bir dille ve fütüristik bir bakış açısıyla anlatıyor. Ancak yapım her ne kadar temelde Asimov’un hikâyesinin ana hatlarına bağlı kalmış olsa da, büyük çoğunluğunun değiştirildiğini baştan belirtmek gerekiyor. Örneğin romanlardaki üç ana erkek karakter (Salvor Hardin, Gaal Dornick ve Eto Demerzel), dizide kadınlar tarafından canlandırılıyor. Bunun yanı sıra, romanda tarihsel bir anlatıyla oluşturulan hikâyenin ise, dizide karakterler üzerinden daha derinlemesine ve ayrıntılı bir şekilde işlendiğini görüyoruz. Son dönemde rekabetin hızla arttığı Blockbuster filmler ve dev yapım şirketleri arasındaki bu gişe yarışında, The Foundation zirveye adını yazdıran yapımlar arasındaki yerini alacak gibi görünüyor.



DİZİNİN KONUSU

On milyonlarca gezegeni kapsayan bir Galaktik İmparatorluğun çöküşünü konu alan dizide, imparatorluğun yüzyıllarca sürecek bir savaş ve cehalet dönemine yaklaştığını fark eden psikotarih uzmanı Hari Seldon’ı merkezine alıyor.

Yaratıcılığını David S. Goyer’in üstlendiği yapımın oyuncuları arasında; Lou Llobell, Jared Harris, Lee Pace, Leah Harvey, Laura Birn, Terrence Mann, Elliot Cowan, Sasha Behar, Daniel MacPherson, Pravessh Rana, Kubbra Sait, Nikhil Parmar ve Clarke Peters bulunuyor.



FÜTÜRİSTİK BİR ISAAC ASIMOV UYARLAMASI

Bilim kurgu, macera ve dram türündeki dizi; bilim ve ilimin, cehalet ve aymazlığa karşı savaşını destansı bir anlatıyla seyirciye sunuyor. Heyecan dolu hikâyesi ve olağanüstü görsel atmosferiyle izleyicileri büyüleyen The Foundation, Dune ve Star Wars gibi fantastik seri hayranlarının beğeniyle izleyeceği bir Apple Tv+ yapımı.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


MODA DÜNYASININ DORUKLARINA SOFİSTİKE BİR YOLCULUK “HALSTON



MODANIN SÜPERSTARI HALSTON

Yetmişli yılların ünlü Amerikalı tasarımcısı Roy Halston, moda dünyasına getirdiği avangart ve elegant tasarımlarıyla bir dönemin geleneksel stil anlayışını derinden etkileyerek çığır açmış ve ikonlaşmış bir moda imparatorudur. Ryan Murphy imzalı Netflix yapımı mini dizide, Halston rolüne Emmy Ödüllü ünlü İskoç oyuncu Ewan McGregor hayat veriyor. Dizi bizlere; Amerikan rüyasının hırs ve ihtirasla birleştiği dizginlenemez bir hayatın, kontrolden çıkışını ve alt üst oluşunu varoluşsal bir yolculuk sürecinde anlatıyor. Öte yandan Halston izleyiciye; tüketim toplumu ve kapitalizm sisteminde güç kazanan moda endüstrinin, sahte Cennetler yaratarak tüketim çılgınlığını teşvik eden bir sektör olduğunu vurguluyor. Roy Halston’un markalaşma yolunda giderken bu ivmedeki en önemli destekçisi Amerikalı iş adamı David Mahoney oluyor. Dönemin en büyük iş liderlerinden Mahoney’in, maddi gücü ve tüketim piyasasındaki kudretiyle aslında Roy Halston’u (her ne kadar başına buyruk görünse de) aslında kontrolünde tuttuğunu ve isteklerini yaptırdığını görüyoruz. Güney Koreli kültür kuramcısı ve filozof Byung Chul Han; Şeffaflık Toplumu adlı eserinde, günümüz toplumunda gelişen teknoloji ve sosyal medya sayesinde dönüşüme uğrayıp teşhir ve gösteri toplumunun transformasyonunu anlatır. Enformasyon Toplumunu anlattığı bölümde; “Güç sahibi olan Öteki’ni elinde tutar.” diyerek hükmetme ve iktidar kavramlarını varoluşçu felsefenin büyük düşünürü Alman filozof Martin Heidegger çerçevesinde ele alır. Tıpkı dizide, Mahoney ve Halston karakterleri üzerinden gördüğümüz güç iktidar ilişkisinde olduğu gibi.




DİZİNİN KONUSU 

Yetmiş ve seksenli yılların New York’unda şöhret basamaklarını hızla tırmanan modanın Süperstarı Roy Halston’un, ihtiraslı ve kontrolsüz hayat hikâyesini konu alıyor.

Oyuncuları arasında; Ewan McGregor, Rebecca Dayan, David Pittu, Krysta Rodriguez, Gian Franco Rodriguez, Sietzka Rose, Megan Gerald, Molly Jobe, Sullivan Jones, Jason Kravits ve Bill Pullman bulunuyor.



KADIN MODASINA YENİ BİR SES “HALSTON RÜZGARI”

Dönem dizisi Halston izleyiciye, tüketim kültürü ve modern benlik arzularının giderek yozlaştığı ve moda dizgeleri üzerinden dejenere olduğu bir kitle kültürü sunuyor. Bu anlamda ticarete evrilmiş olan moda sektöründeki manken ve model algısının da, talepler doğrultusunda metalaştığını ve nesneleşerek moda endüstrisindeki sembolik yerini aldığını görüyoruz. Fransız filozof ve göstergebilimci Roland Barthes; artık bir klasik haline gelmiş olan ‘’Moda Sistemi’’ kitabında, kadın giyimini günümüz moda ve stil dergileri üzerinden göstergebilimsel ve yapısal açıdan çözümlemiştir. Barthes moda dizgesinde, modanın kapak kızı adı altında “deforme olmuş” bir ideal kadın bedenini dayattığını ve metalaşmış soyut bir beden sunduğunu belirtir. Barthes, Moda Kadını başlığı altında kitle kültürü tarafından talep edilen kadın figürünü şu kelimelerle ifade eder; “Moda retoriğinin genelde anlamlandırdığı kadın böyledir: kaçınılmaz olarak kadınsıdır, mutlaka gençtir, güçlü bir kimliğe ama aynı zamanda çelişkili bir kişiliğe sahiptir.” Burada Netflix dizisindeki Roy Halston’un, çalıştığı mankenlerle arasındaki ideal beden diyaloglarının ve iğnelemelerinin, aslında büyük bir endüstriyi temsil ettiğini görüyoruz.



BİR MODA İMPARATORU

Kendine has üslubuyla bir moda ikonu haline gelen Halston, her ne kadar markalaşma yolunda bir dev haline gelse de, küresel pazarda yerini alabilmek için J. C. Penney şirketiyle anlaşmaya varıp zincir market sektörüne giriyor ve daha geniş bir tüketiciye ulaşıyor. Bu şekilde geçmişteki lüks marka değerinden ödün vererek, halkın ulaşabileceği bir piyasa değerine inerek büyük kitlelere yayılıyor. Kanadalı gazeteci Naomi Klein’ın Global marka dünyasının iç yüzünü anlattığı eseri ‘’No Logo’’, tüm dünyayı saran küreselleşme hareketinin en önemli eserlerinden birisi olarak anılır. Naomi Klein, Franchise pazarlama sistemini ele aldığı “Marka Bombardımanı” bölümünde; “Marka adı yapmış çok uluslu şirketler istedikleri kadar ‘çok çeşitlilik’ diye konuşsunlar; eylemlerinin somut sonucu aynı kalıptan çıkmışçasına tekdüze gençlerden oluşan bir ordu ve onun küresel AVM’ye yürüyüşü oldu.” diyerek tekelleşen marka piyasasını ele alır. Dizide de, Halston markasının Klein’ın bahsettiği tekelleşme sürecine bağlı olduğunu görmekteyiz. Fransız felsefeci ve sosyolog Jean Baudrillard, geleneksel toplumların tüketim alışkanlıklarını ve teknokratik şirketlerin bastırılamaz arzulara yol açmasını ele aldığı Tüketim Toplumu’nda, zengin kitlenin har vurup harman savurmasını şu sözlerle ele alarak; “Zengin toplumların bolluğunun savurganlığa ne kadar bağlı olduğu biliniyor.” müsriflik kavramını irdeler. Dizide de, Aristokrat ve Burjuva sınıfını hedefleyen Halston kullanıcılarının Baudrillard’ın bahsettiği tüketim çılgınlığına kendisini kaptırdığını görüyoruz.

Başroldeki Ewan McGregor’un hırslı modacı rolüyle Emmy ödülü kazandığı biyografi ve dram türündeki mini dizi Halston, Netflix’in Amerikan rüyası temasını başarıyla işlediği dönem yapımlarından birisi.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY



KAYNAKÇA

1. Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, çev. Haluk Barışcan, İstanbul: Metis Yayınları, 2017

2. Roland Brathes, Moda Sistemi, çev. Ayşe Meral, İstanbul: Hayalperest Yayınevi, 2021

3. Naomi Klein, No Logo, çev. Serap Güneş, İstanbul: Ayrıksı Kitap, 2021

4. Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, çev. Hazal Deliceçaylı-Ferda keskin, İstanbul: Metis Yayınları, 2015


18 Kasım 2021 Perşembe

DENIS VILLENEUVE’DEN DESTANSI BİR BAŞYAPIT “DUNE: ÇÖL GEZEGENİ”

 


KARANLIKTAKİ UMUT

Amerikalı yazar Frank Herbert’ın aynı adlı efsane romanından 165 milyon dolarlık bütçeyle uyarlanan Dune, 40 milyon dolarlık rekor bir açılış yaparak Warner Bros.’un hafta sonunda en çok gişe hasılatı elde eden filmi oldu. Modern bilim kurgunun mihenk taşlarından birisi olarak anılan Dune Serisi, İngiliz yazar Arthur C. Clarke’a göre Yüzüklerin Efendisi ile kıyaslanabilecek yegâne eserdir. Yönetmen koltuğunda Oscar adayı film yapımcısı Denis Villeneuve’ün oturduğu film; izleyiciyi güç savaşları, ihtiras ve ihanetlerle dolu bir entrikanın içerisine sürüklüyor. “Seçilmiş Kişi” ve “Kurtarıcı Mesih” kavramlarını merkezine alan yapımda, taht oyunları ve din savaşları üzerinden felsefedeki güç istenci olgusu işleniyor. Serüvenin başlangıcı özellikle Carl Gustav Jung’un “Kahraman Arketipi” minvalinde ilerliyor ve ana karakterin yolculuğu süresince aydınlanma dizgesiyle birlikte gelişim katettiğini gösteriyor. Alman filozof Max Horkheimer ve Alman felsefeci Theodor W. Adorno'nun yazdığı yirminci yüzyılın en önemli felsefi eserlerinden ve Frankfurt Okulu’nun en etkili yayını olarak adlandırılan “Aydınlanmanın Diyalektiği”nde, aydınlanmayı Odysseus ve mitler aracılığıyla işleyerek tekrardan ele alır ve insanın özüne açılan kapı olduğunu belirtir. Tıpkı filmin protagonisti olan Paul Atreides’in varoluşsal yolculuğunda olduğu gibi.



FİLMİN KONUSU

Konusu Uzak bir gelecekte geçen film; galaksideki en değerli çöl gezegeni Arrakis’in korunmasıyla görevlendirilen asil ailenin oğlu Paul Atreides’in hikâyesini anlatıyor.

Filmin oyuncuları arasında; Timothée Chalamet, Rebecca Ferguson, Zendaya, Oscar Isaac, Jason Momoa, Stellan Skarsgård, Stephen McKinley Henderson, Josh Brolin, Dave Bautista, Chang Chen ve Javier Bardem yer alıyor.





GÖLGELER ARASINDAKİ İMPARATORLUK

Son dönemde fazlasıyla fantastik roman uyarlamaları görüyoruz, bunun sebebi yapım şirketlerinin gişe savaşında Yüzüklerin Efendisi ve Taht Oyunları’ndan kalan kitlesel boşluğu doldurma çabası. Bu rekabette de başı çeken; Foudation, The Witcher, yakında gelecek olan The Wheel of Time ve House of the Dragon yapımları çekişmenin daha da kızışacağının habercisi olarak görünüyor. Seriye dönüşecek olan yapımın ilk halkası Dune: Part One filmi de, bu yarışın güçlü adaylarından birisi.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


BİLİNÇALTININ DEHLİZLERİNE ÜRKÜTÜCÜ BİR YOLCULUK: “VENOM: ZEHİRLİ ÖFKE 2”

 



ÖFKENİN DEHŞET DOLU SESİ VENOM

Yönetmen koltuğunda Andy Serkis’in oturduğu Venom: Let There Be Carnage, vizyona girdiği hafta sonunda rekor bir açılış yaparak pandemi döneminin en çok izlenen yapımları arasındaki yerini aldı. Marvel Comics’in aynı adlı karakterinden uyarlanan yapımın başrolünü, BAFTA ödüllü İngiliz aktör Tom Hardy üstleniyor. Uzaydan gelen simbiyotik yaşam formu Venom’un; Eddie Brock ile birleşerek maceradan maceraya atıldığı seri, kaldığı yerden devam ediyor. Anti-Kahraman temasını merkezine alan filmde; aykırı bir süper kahraman haline bürünen genç gazetecinin, zor durumdakilere yardım elini uzatmak için inisiyatifi ele aldığını görüyoruz. Ayrıca yapımda her ne kadar Mutualizm yani ortakyaşarlık olgusu üzerinde durulsa da, aslında Venom’un bilinçaltını sembolize ettiği görülüyor. Analitik psikolojinin kurucusu ve derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan birisi olan Carl Gustav Jung, benliğin karanlık tarafını simgeleyen ve kolektif bilinçdışının ana unsurlarından biri olarak görülen Gölge Arketipi’nde; herkesin bir gölgeye sahip olduğundan ve bu gölgenin bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az içeriliyorsa o kadar kara ve yoğun olduğundan bahseder. Bu kuramın öncülü olan Sigmund Freud’a göre ise, gölge her zaman için negatif özellikler taşımamaktadır. Tıpkı filmdeki (Yin ile Yang’ı sembolize eden) Eddie ve Venom arasındaki ilişkide olduğu gibi.



FİLMİN KONUSU

Filmin devam halkasında; Venom adlı organizmanın taşıyıcısı olan Eddie Brock, başarısız bir infazdan sonra hapishaneden kaçan seri katil Cletus Kasady nam-ı diğer Carnage’a karşı mücadele ediyor.

Yapımın oyuncuları arasında; Tom Hardy, Woody Harrelson, Michelle Williams, Naomie Harris, Reid Scott, Stephen Graham, Peggy Lu, Michelle Greenidge ve Jack Bandeira yer alıyor.



KORKUNUN TUTSAĞI CARNAGE

Filmin antagonisti Carnage/Cletus Kasady ve sevgilisi Shriek, yapımda Bonnie ve Clyde olarak anılıyor. Burada Carnage’ı canlandıran Oscar adayı usta oyuncu Woody Harrelson’ın, 1994 tarihli Oliver Stone filmi Natural Born Killers yani Katil Doğanlar’a gönderme yapılmaktadır. Ayrıca filmin sonunda Patrick Mulligan’ın gözleri mavi parlamaktadır; burada da kendi ortak yaşamına sahip olan karakterin, Toksin rolüyle geri döneceğinin işareti verilmektedir. Aksiyon, macera ve bilim kurgu türündeki Venom: Let There Be Carnage, Marvel sinematik evreni hayranlarının ilgiyle izleyeceği bir gişe yapımı. Ancak ilk filmin biraz gerisinde kaldığını özellikle söylemekte de fayda var.

Bu arada; Marvel yapımlarında her zaman olduğu gibi, hayranlarını yine bir ek sahne bekliyor. Bu filmin sonunda da yakında gelecek olan Spider-Man: No Way Home ile ilgili bir sürpriz yer alıyor.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


7 Kasım 2021 Pazar

STEPHEN KING’TEN BİR DEHŞET SENFONİSİ “CHAPELWAITE”

 




KARANLIĞIN BEKÇİSİ NOSFERATU

Stephen King’in; Salem’s Lot romanının ön bölümü olan Jerusalem’s Lot öyküsünden uyarlanan Chapelwaite, korku ve gerilim severlerin beğeniyle izleyeceği bir mini dizi olarak Epix kanalında prömiyerini gerçekleştirdi. Konusu 1850’li yıllarda geçen fantastik dönem dizisi; izleyiciyi bir yandan halüsinasyonlarla bezeli bir lanetli ev hikâyesine konuk ederken, öte yandan da korkutucu vampir mitinin vahşetle harmanlandığı dehşet dolu bir metafizik evrenine sokuyor. Başrolünü Oscar Ödüllü usta oyuncu Adrien Brody’nin üstlendiği yapım; seyirciye bir perili köşk hikâyesinden fazlasını vaat ederek, korku rezevrlerini boşaltacağı bir ürperti Cehennemine davet ediyor. Doğaüstü unsurlarla bezeli olan mini dizide, (ruhun başka bir vücuda geçmesi olarak adlandırılan) metampsikoz doktrini benzeri (insandan- vampire) bir metamorfoz gerçekleştiğini görüyoruz. Bunun yanı sıra dizinin alt yapısında, korku türünün klasik “Tekinsiz Ev” anlatısı ve “Gotik” bir ürkütücü üslupla bezeli olduğu görülmekte. Yönetmen izleyenleri duygusal ilişkilerin söndüğü, mekanik ussallığın doğal bir görüntüye büründüğü soluk bir evrenle baş başa bırakıyor.



DİZİNİN KONUSU

Konusu 1850’lerde geçen dizi; üç çocuklu kaptan Charles Boone’un, karısı öldükten sonra atalarından miras kalan Chapelwaite’e taşınmasını ve burada başına gelen sıra dışı olayları konu alıyor.

Yaratıcılığını Jason Filardi ve Peter Filardi’nin üstlendiği yapımın oyuncu kadrosunda; Adrien Brody, Emily Hampshire, Jennifer Ens, Sirena Gulamgaus, Ian Ho, Hugh Thompson, Gord Rand, Genevieve DeGraves, Trina Corkum, Devante Senior, Allegra Fulton, Jennie Raymond ve Dean Armstrong yer alıyor.




DELİLİĞİN DAĞLARINDA

Gizem dolu Chapelwaite dizisi, bizleri Charles Boone karakteri üzerinden deliliğin halüsinasyon evreninde dehşet verici bir yolculuğa çıkartmasının yanı sıra, dizi süresince korku edebiyatının mihenk taşlarına da sık sık göndermelerde bulunuyor. Vampirlerin lideri Jacob, Captain Charles Boone’a kendi türünün kutsal kitabı olarak De Vermis Mysteriis’i bulmasını söylüyor. Solucan Gizemleri olarak da bilinen ve Amerikalı yazar Robert Bloch tarafından yaratılan bu kitap; ilk olarak Ludvid Prinn’in ‘Solucan Gizemleri’, Mezardaki Sır (Garip Masallar Mayıs 1935) adlı öyküsünde ortaya çıktı. Ardından Amerikalı ünlü korku yazarı H. P. Lovecraft’ın meşhur Cthulhu Mitosu’na Latinceye çevrilerek dahil edildi. Stephen King’in bu kitaba eserinde yer vererek, korku edebiyatının mihenk taşlarından Lovecraft’a ve Bloch’a saygı duruşunda bulunduğunu görüyoruz. İzleyiciye zihnin karanlık girdaplarında yolunu kaybettiren yapım Chapelwaite, korku ve gerilim severlerin beğeniyle izleyeceği bir mini dizi.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY