28 Şubat 2017 Salı

THE FOUNDER



THE FOUNDER


Founder; 52 yaşına kadar sıradan bir hayat sürmüş adamın azim ve kararlılıkla dünyanın en zengin insanları arasına girmesini anlatıyor. Film izleyiciye her yaşta başarıya ulaşabileceği mesajını veriyor. Günümüzde hemen hemen her cadde ve AVM’de görebileceğimiz McDonald’s restoranlarının bu kadar nasıl yaygınlaştığı herkesin merak ettiği bir sorudur. Özellikle McDonald’s ambleminde bulunan sarı (M) halkalarının hikâyesini dinlemek ve ne ifade ettiğini öğrenmek istiyorsanız bu film tam size göre. Ray Kroc’un gerçek hayatını konu alan yapımın bütçesi 7 milyon dolar.


MCDONALD’S

1954 yılında milkshake makineleri pazarlayan gezgin satıcı Ray Kroc (Michael Keaton)  ve karısı Ehtel (Laura Dern) ile mutlu ve orta halli bir hayat sürmektedir. Bir gün ABD-Güney Kaliforniya’da bulunan restorandan sipariş alır. Teslimat yapmaya gittiğinde Mac ve Dick McDonald adlı iki kardeşin kurduğu restoranla karşılaşır. Bu restoran o zamana kadar hiç görülmemiş bir teknik ve servis hızıyla sunum yapan McDonalds’tır. Çalışma düzeninden etkilenen Ray, kardeşlere bu restoranı büyütmeyi teklif eder. Ancak McDonald’lar bunu daha önce denemiş ve başarısız olduklarından bu teklife başta sıcak bakmazlar. Ama Ray’in ikna edici ısrarları artınca restoran zinciri oluşturmasına izin verirler. Ray, önceleri zorluklarla karşılaşsa da işleri büyütür. Bu büyüme kardeşlerle arasında bir takım sorunlara yol açar. Fakat Ray’in durmaya hiç niyeti yoktur. 


KAMERA ARKASI 

-Ray Kroc rolü ilk olarak Tom Hanks’e teklif edilmişti. Ama Hanks rolü geri çevirdi.
-Yapım ekibinin istediği yerlerde mevcut McDonald’s restoranları bulunmamaktaydı. Filmde görülen McDonald’s restoranları boş olan park alanlarına sıfırdan inşa edildi.
-Michael Keaton, gerçek hayatta yaşamış olan Ray Kroc’un piyano çalmayı sevdiğini öğrendikten sonra filmin hazırlık aşamasında piyano dersleri aldı.
-Filmin çekimleri 22 günde tamamlandı. 

BONKÖR MICHAEL KEATON

-Film çekimlerinin yorucu geçtiği bir günün sonunda cömert olarak bilinen Michael Keaton bir sürpriz yaptı. Yorulmuş olan tüm çalışma arkadaşları için 2 dondurma kamyonu kiralayarak dondurma ikram etti.
-Michael Keaton, rolüne hazırlanabilmesi için filmin yapımcı ve yönetmeni Ray Kroc hakkında çok sayıda röportaj ve video görüntüsü verdiler.

İyi Seyirler Dilerim

Efe TEKSOY

27 Şubat 2017 Pazartesi

OSCAR 2017 SKANDALININ GERÇEK YÜZÜ


Amerika geleneklerine çok bağlı bir ülke…Bunu filmlerinde devamlı ülkesinin kocaman bayraklarını gözümüze sokmasından, süper kahramanların en popülerlerinde (Superman, SpiderMan, Optimus Prime (Transformers), Captain America) kostümlerinin renklerini bayrağının renginden almasından anlayabiliyoruz.


AMERİKAN MÜZİKALİNE SAYGI


Genç yönetmen Damien Chazelle bu bağlılığı çok iyi gözlemlemiş ve bunu avantaja dönüştürmüş. Şöyle anlatayım; Oscar jürisi, Chazelle’in eski Amerikan müzikallerine ‘saygı duruşu’ kozunu gördü ve bunu ‘En İyi Yönetmen Oscarı’nı vererek boş geçmedi. Hele hele onun 2. yönetmenlik denemesinde en büyük sinema ödülünü alması aslında dünyaya bir mesajdı; “Biz dünyaya yeni yönetmenler kazandıran bir ülkeyiz. Sinema dünyası bizim egemenliğimiz altında” demek isteniyor. Bir nevi Amerikan emperyalizmi vurgulanıyor. 

GERÇEKTEN SKANDAL YAŞANDI MI?


Oscar, aylar öncesinden hazırlıkların başladığı, milyonlarca dolar harcanarak oluşturulan dev bir organizasyon. Sadece 30 saniyelik bir reklam için 300 bin dolar ödendiğini hatırlatmak isterim. Hesaplamalara göre aynı gece dünyada 1,5 milyar insan ekrana kilitleniyor. Sahneye çıkan her kişinin atacağı adımı önceden hesaplanıyor. Matematiksel hesaplarla ilerleyen bir ödül töreninde sizce yanlış zarf skandalı yaşanır mı? Kusura bakmayın ama bu bana pek inandırıcı gelmedi… Aslında her şey 2016 yılında yapılan Oscar’daki ırkçılık tartışmasıyla başladı. Afro-Amerikan yönetmen Spike Lee, üst üste 2 yıl adayların hepsinin beyazlar arasından seçilmesine dikkat çekti. Oyuncu Jada Pinkett Smith, törene bir daha katılmayacağını, hatta izlemeyeceğini vurguladı. Bütün bu açıklamaların Amerika’da ulusal tatil günü olan insan hakları lideri ‘Marthin Luther King Günü’ nde olması oldukça anlamlıydı. Bütün tartışmaların ardından Oscar’ı dağıtan ‘Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’ başkanı Cheryl Boone Isaacs, bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Oscar’ın değişikliğe gideceğini, çeşitliliği artırmak için tartışmaları yeniden değerlendireceklerini belirtti (Bunu en iyi film kategorisinde adayların 8 filmden 9 filme yükselmesi,  siyahi oyuncu Viola Davis’in ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscarı’nı alması ve Müslüman bir erkek oyuncunun ilk defa Oscar alması olarak görebiliyoruz)… Sonuç olarak; organizasyon La La Land’i gösterip ‘En İyi Film Oscarı’nı Moonlight’a vererek değişikliğe gittiğinin mesajını tüm dünyaya yaydı. Bu aslında skandal değil bir nevi yeni bir başlangıç.

GÖNÜLLERİN FATİHİ


‘En iyi Erkek Oyuncu Oscarı’nın ‘Manchester By The Sea’deki rolüyle Casey Affleck’e gitmesi çokta sürpriz olmadı. Zira bu kategoride yarışan Denzel Washington, aslında başta bahsettiğim ırkçılık tartışmasını iyi değerlendirebilirdi. Fakat onun yerine klasik Rus yazarlarının edebiyatta yaptığı baba-oğul çatışmasını filme taşıdı... İzleyiciyi yoran, doğallıktan uzak ezberlenmiş uzun cümleler Oscar’ı pek tatmin etmedi. Affleck’in ise doğallığı, naifliği ve canlandırdığı kaybeden tiplemesi sinema tarihinin unutulmazları arasına girdi.

OSCAR’DAN ÇOK ANLAMLI MESAJ VAR


ABD’nin 45. başkanı Donald Trump, Müslümanların ülkeye girişinin yasaklanması gerektiğini belirtmişti. Bu açıklama dünyada büyük tartışmalara yol açtı. Sinema dünyası da buna tepkisiz kalmadı. 89. Oscar ödül töreninin sunucusu oyuncu-komedyen Jimmy Kimmel;     “Başkan Donald Trump’a teşekkür etmek istiyorum. Hatırlar mısınız geçen yıl Oscar’ın ırkçı olduğu söyleniyordu. Onun sayesinde artık bu konuşulmuyor. Siyahiler NASA’yı beyazlar cazı kurtardı” diyerek Trump’ın paylaşım yaptığı Twitter’ı gösterisinin bir parçası olarak kullandı. Sonrasında Oscar’lı oyuncu Meryl Streep’in Trump ile girdiği söz dalaşına değindi. Kimmel, sahneden Meryl Streep’e “20 kez Oscar adaylığı bulunan sıradan bir oyuncu, basit bir kariyer” sözleriyle salondakileri kahkahaya boğdu. Sunucunun bu anlamlı sözlerinin ardından söz sırası Oscar jürisine geldi. Onlar da tarihte ilk kez bir Müslüman’a (Mahersahala Ali)’ye  ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ödülü vererek tepkisini ortaya koydu. 


Moonlight (Ay Işığı) filmindeki rolüyle 2017 Oscar Ödülleri'nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülü alan Mahershala Ali, bu dalda ilk kez Oscar kazanan Müslüman oldu.

Efe TEKSOY

23 Şubat 2017 Perşembe

Paterson

Paterson

Film bir şair ve sanatçının sıradan hayatını izleyiciye hiç sıkmadan sunuyor. Şiir, müzik ve sanat severlerin beğeniyle izleyeceğini düşündüğüm ‘Paterson’ filmi, özellikle hem çalışan hem sanatla uğraşan insanlara ilham veriyor. Yönetmen Jim Jarmusch’un filmlerinde genellikle baş karakterler işine tutkuyla bağlı, kendinden ve işinden memnun oluyorlar. Bu filmde de ‘Adam Driver’ karakteriyle buna bir kez daha tanık oluyoruz.


BİR ŞAİRİN YOLCULUĞU

Paterson (Adam Driver), ABD’nin New jersey eyaletinde otobüs şoförlüğü yapar. Hayatı son derece sıradandır. Her sabah aynı saatte işe gider. Yolcuların konuşmalarına kulak misafiri olur. İşe ara verince şiir defterine yazar. Akşam eve gittiğinde sevgilisi Laura (Golshifteh Farahani)’nın köpeğini dolaştırır. Laura ise Paterson’a göre daha girişkendir. Paterson’ın şiirlerini bastırıp kitap yaptırmak ister. Ama Paterson hayatından memnundur. Yönetmenliği ve senaryosu bağımsız filmlerin usta ismi Jim Jarmusch’a ait.


BİLİYOR MUYDUNUZ?


- Filmdeki şiirler(yönetmen Jim jarmusch’un en sevdiği) çağdaş şair Ron Padgett’e ait.
- Oyuncu Adam Driver, filmdeki otobüsü kullanabilmek için sürücü kursuna gitti. 3 ay boyunca otobüsle ABD-New York şehrinin Queens ilçesinde deneme sürüşleri yaptı.
- Jim Jarmusch, filmin senaryo taslaklarını 20 yıl önce hazırladı.


FİLMDE ANLATILANLAR 


Yönetmen Jim Jarmusch filmlerine izleyicilerin bulmasını istediği bir takım gizli mesajlar koyar. Ben bunlardan birkaçını aktaracağım.

- Paterson karakterinin sevgilisi Laura, ikizleri olduğu bir rüya gördüğünden bahseder. Bu konuşmadan sonra Paterson, gittiği barda ve otobüste 2 kere ikizlerle karşılaşır. Burada yönetmen, Paterson ve Laura’nın ileride ikizleri olacağı mesajını verir.

- Paterson’ın şiir defteri parçalandıktan sonra, Paterson “Burada adı suya yazılmış olan biri yatmaktadır” der. Bu söz İngiliz şair John Keats’in mezar taşındaki yazıdır. Burada Jim Jarmusch hayranı olduğu şairi anar ve saygı gösterisinde bulunur.


İyi Seyirler Dilerim


Efe TEKSOY

Gizli Sayılar (Hidden Figures)

Gizli Sayılar (Hidden Figures)

25 milyon dolar bütçeyle çekilen 3 dalda Oscar adayı ‘Gizli Sayılar’ (Hidden Figures) vizyondaki yerini aldı. Film, ABD’nin uzay çalışmalarından sorumlu olan kurumu NASA’da çalışmış 3 Afro-Amerika’lı kadının gerçek hikayesine dayanıyor. Gizli Sayılar’ı izlediğinizde, geçmişte ABD’de ırkçılık yaygın olduğunu görüyorsunuz. Filmin beni en çok etkileyen tarafı 3 kadının işini kusursuz ve kararlılıkla yapıp tarihe geçmeleri oldu. Kadınlara siyahi oldukları için yapılan psikolojik baskıyı adeta kendinize yapılmışçasına hissediyorsunuz.

Filmin konusu: Sovyetler Birliği 1957 yılında uzaya astronot Yuri Gagarin’i gönderir. Bu ABD’nin NASA üzerindeki uzaya astronot gönderme baskısını arttırır.  NASA- ‘Uzay Araştırmaları Birimi’ başı Al Harisson (Kevin Costner), aralarında 3 siyahi kadının bulunduğu bir ekip kurar. Bu 3 siyahi bilim kadını hem kurumda ırkçılıkla mücadele eder hem de tarihe geçecek bir çalışma yapar.

GERÇEKLER

  • -Oyuncu Taraji P. Henson, 98 yaşında hayatta olan Katherine Johnson’a canlandırdığı karakter için danıştı.

  • -Filmde ABD’li astronot John Glenn, piste çıkarken yanındaki adama dönerek vaktinin olup olmadığını sorar. 1962 yılında ise John Glenn’in sol bileğinde ‘Heuer 2915 A’ marka saat vardı. Bu saatte 2 adet kronometre bulunur. Çünkü astronotlar hem uçuşlarını elle (manuel) hem de uzay üssü saati ile eş zamanlı ayarlamak zorunda oldukları için.

  • -Tarihe adını yazdıran Katherine Johnson, Gizli Sayılar filminin galasında filmin senaristi ve gazetecilere “ Ben önemli biri değilim sadece işimi yapmıştım” dedi.

RENKLERİN ÖNEMİ 

  • -Oyuncuların uzay araştırmaları biriminde çalıştıklarını hissetmeleri için çekim yapılan setlerin/mekanların renkleri özel ayarlandı. NASA hesaplamalarının yapıldığı set ise soğuk renkte (steril beyaz, gri ve gümüş) çekildi. Kevin Costner’ın canlandırdığı Al Harisson’ın bürosu ve 3 kadının evleri sıcak ve koyu tonlarda renklerle döşendi. 

  • -Filmde siyahi bilim kadını Katherine Johnson’ın beyazlar için olan tuvaleti kullananamamasını görüyoruz. Bu olay aslında diğer bilim kadını Mary Jackson’ın yaşadığı bir meseleydi. Gerçekte Katherine Johnson beyazların tuvaletini kullanmayı reddediyordu.
Gizli Sayılar filmini, özellikle gençlerin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü film, bir bireyin azmiyle tarihin akışını nasıl değiştirebileceğini en güzel şekliyle gösteriyor.

İyi Seyirler Dilerim

Efe TEKSOY

20 Şubat 2017 Pazartesi

PARÇALANMIŞ (SPLIT)



Günümüz korku ve gerilim sinemasının efsane yönetmeni M.Night Shyamalan’ın son filmi Parçalanmış(Split) vizyona girdi. 9 Milyon dolar bütçeyle çekilen yapım Amerika’da 116 milyon dolarlık gişe yaptı. Film dünyada çoklu kişilik bozukluğu hastası ve azılı suçlu Billy Milligan’ın hayatıyla benzerlikler taşıyor.


Parçalanmış/Split

Bünyesinde 23 farklı karakter barındıran çoklu kişilik bozukluğu hastası Kevin (James McAvoy), Psikiyatr Dr. Karen Fletcher (Betty Buckley) gözetiminde tedavi altındadır. Son bir 24. kişilik daha vardır ki, o da çok vahşi bir karakterdir. Kevin zincirlerinden kopan içindeki şeytani gücün etkisiyle 3 genç kızı kaçırarak alıkoyar. Şimdi çaresiz kızlar; Dr. Fletcher’ın da yardımıyla hem Kevin’ın farklı kişilikleriyle başa çıkmak hem de hayatta kalabilmek için kurtulmanın yolunu aramak zorundadır.




Benliğin Parçalanışı


1973 yılında Flora Rheta Schreiber’in yazdığı Sybil en meşhur çoklu kişilik bozukluğu eserlerinden birisidir. Dr. Cornelia B. Wilbur ve hastası Shirley Ardell Mason’ın terapileri referans alınarak yazılmış bu roman tek bir kişiye ait 17 farklı karakter sahibi Sybil Isabel Dorsett’in yaşamını anlatır.1976 ve 2007 yıllarında aynı isimle filme de uyarlanmıştır. Parçalanmış filminde yer alan terapi seansları için bu romandan da yararlanıldığından kuşku yok. 


Hedwig ve Çocukluk Nevrozu


Kevin karakterinin sahip olduğu kişiliklerden biri olan (çocuk) Hedwig karakterini incelemek için Paris Psikoloji Enstitüsü’nden Psikopatoloji ve deneysel psikoloji diplomaları olan Fransız düşünür ve sosyolog/psikolog Michel Foucault (D.1926- Ö.1984), başvurulacak kaynakçaların başında gelir. 1954 yılında yayınlanan ‘Akıl Hastalığı ve Psikoloji’ adlı felsefi çalışma kitabında, hastanın nezdinde çocukluk dönemine gerilemesi ve nevroların açığa çıkmasına değinir. Foucault; çocuksu davranışın bir sığınak olduğundan bahseder ve ‘’Hasta geçmişle hesaplaşmayı çözüme kavuşturamazsa çocuksuluğun nevrotik doğasını açığa çıkaramaz ve bu doğayla ilişkili kurumların gerici özelliğine başvurur’’ der.


Psikopatoloji ve Cinsel Sapkınlık


Kevin’ın sahip olduğu kişiliklerden en tehlikelisi Dennis. Kaçırdığı kızlardan Maria (Jessica Sula)’nın kendisini gördüğünde eteğini çekiştirdiğini anlayınca kızın üzerine saldırır. Psikanalitik kuramın kurucusu Avusturyalı Nörolog Sigmund Freud, ‘Psikopatoloji’ adlı araştırma kitabında cinsel sapkınlık gösteren hastaların çocukluklarında dövüldüğünden bahseder. Tıpkı filmde gördüğümüz Kevin’ın çocukluğunda annesi tarafından azarlanması ve dövülmesi gibi. Freud şöyle devam eder; ‘’Dayak sonrası cinsel işlev kendini vaktinden önce bağımsızlaştırır ve saplantıya dönüşür.’’ Filmde eteğin çekiştirilmesi Kevin/Dennis’in beynindeki algı merkezini etkileyerek saldırmasına yol açıyor.


Sanatta Çoklu Kişilik Bozukluğu

Parçalanmış filminin alt yapısına girebilmek için öncelikle sinemada ve edebiyatta yararlanılan eserleri incelemek gerekir. 1960’ta Alfred Hitchcock’un kitaptan uyarladığı Sapık (Psycho)  çoklu kişilik bozukluğunun işlendiği en ünlü korku filmi olarak sinema tarihine geçmiştir. İtalyan film yönetmeni Michelangelo Antonioni,1966 yılında Arjantin’in en büyük yazarlarından Julio Cortazar’ın kısa öyküsünden uyarladığı Cinayeti Gördüm (Blow-Up) farklı bir bilinçaltı hastalığının anlatıldığı yapımdır. Bu filmde bir fotoğrafçı bilinçaltında yarattığı cinayete tanık olur. Fotoğrafını çektiği mankenlerin kendisine yüz vermemesi sonucu kendi bilinçaltında kadınlar yaratarak onlarla yaşaması ve eğlenmesi derin bir alt metinle anlatılır. 2000 yılında Jim Carrey’nin başrolünde oynadığı ‘Ben, Kendim ve Sevgilim’ (Me, Myself & Irene) filmi çoklu kişilik bozukluğuna verilecek önemli bir örnektir. Edebiyattan örnek vermek gerekirse en bilinen yapıt elbette İskoç yazar Robert Louis Stevenson’ın 1886’da kaleme aldığı ‘Dr Jekyll ve Mr Hyde (Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde)’tır. Fakat İngiliz yazar Virginia Woolf 1928 yılında ‘Orlando’ isimli kitabıyla edebiyatta çığır açar. Bu eserdeki Orlando karakteri, 300 yılı aşan bir zaman diliminde erkek ve kadın cinsiyeti ve kişiliği arasında değişim gösterir. 1992 yılında Tilda Swinton’ın oynadığı fantastik/dram filminde de uyarlanmıştır. 


Aynı Sinematik Evren

Film afişinde görülen çatlamış cam, M. Night Shyamalan’ın 2000 yılında çektiği Ölümsüz (Unbreakable) filminin orijinal afişine göndermedir. Ayrıca ‘Ölümsüz’ filminde yer alan oyuncu bu yapımda da sürpriz bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bu da; her iki filmin aynı sinematik evrende geçtiğinin kanıtıdır. Yani bir nevi Parçalanmış, Ölümsüz filminin devamı niteliğinde. Yönetmen M. Night Shyamalan bunu doğruladı ve 3. bir filmin yakın zamanda izleyicilerle buluşacağı mesajını verdi.

Parçalanmış/Split filmi gerilim, gizem ve korku severlerin kaçırmaması gereken bir yapım.

İyi Seyirler Dilerim

Efe TEKSOY

AY IŞIĞI- MOONLIGHT



Yönetmenliği ve senaryosu Berry Jenkins’e ait olan Ay Işığı (Moonlight) vizyondaki yerini aldı. Film Tarell Alvin McCraney’in oyun metni olan ‘In Moonlight Black Boys Look Blue’ isimli eserinden uyarlandı. ABD-Miami’nin fakir bölgelerindeki yaşamı gözler önüne seren film iletişim kurmakta zorlanan siyahi bir gencin sert ve acımasız bir mahallede verdiği yaşam mücadelesi anlatılıyor. Bence yönetmen geçen yıl Oscar’a damga vuran ırkçılık karşıtı tartışmayı çok iyi değerlendirmiş ve bunu avantaja dönüştürmüş. Öyle görünüyor ki Berry Jenkins bu sene Oscar’dan bolca ödülle ayrılmayı kafaya koymuş. 


AY IŞIĞI (MOONLIGHT)

Filmin konusu: Miami’nin fakir ve hayatta kalması çok zor olan mahallesinde ihmalkar annesiyle yaşayan Chiron, siyahi bir gençtir. Çocukluğu, içine kapanık olduğu ve çevresine uyum sağlayamadığı için sıkıntılarla geçer. Annesinin uyuşturucu bağımlısı olması her şeyi daha da zorlaştırır. Gençliğinde, cinsel eğilimleri sebebiyle etrafındaki yaşıtları tarafından kötü muamele görür. Yetişkinlik dönemlerinde ise uyuşturucu satıcılığı  yapar.


3 Dönem 3 Hayat

‘Ay Işığı’ filmi toplumda kendine yer edinmeye çalışan bir insanın hayatını 3 farklı zamana bölerek izleyiciye sunuyor. Yönetmen Berry Jenkins, verdiği röportajlarda her bir oyuncunun diğerine etki etmemesi için farklı teknikler kullandığını belirtiyor. Onlardan birisi Chiron karakterini oynayan 3 oyuncunun çekimler süresinde hiç tanışmaması ve karşılaşmaması. Aynı yöntem filmde Chiron’un yakın arkadaşı Kevin karakterini canlandıran oyuncular için de kullanılmış. Bu da bize filmin ne kadar ince detaylara önem verilerek yapıldığını gösteriyor.


Biliyor muydunuz?

-Filmin yüzde 80’i  ABD’nin Florida eyaletindeki en fakir bölgelerinde çekildi.
-Film 25 günde tamamlandı.
-Yönetmen Berry Jenkins, ‘En iyi Yönetmen Oscarı’nda aday. Berry Jenkins, Oscar’da bu kategoride aday gösterilen 4. Siyahi film yapımcısı.
-Filmdeki Chiron karakteri gibi, yönetmen Berry Jenkins’in de uyuşturucu bağımlısı olan bir annesi var. Bu da filmin gerçek hayattan esinlenildiğinin kanıtı.


‘Ay Işığı’ klasik dram türündeki filmlere farklı bakış açısı getiriyor. Kimlik karmaşasını ve dünyada yaşanan ırkçılık meselesini izleyiciye oyuncular üzerinden yeni bir teknikle yansıtıyor. Ayrıca ‘Ay Işığı’nın Oscar ödülleri için 8 dalda aday gösterilmesi haftanın filmi olduğunun kanıtı.

İyi Seyirler Dilerim

Efe TEKSOY

15 Şubat 2017 Çarşamba

John Wick 2


John Wick 2



2002 yılında çekilen ve 88 milyon dolar gişe elde eden John Wick’in devam filmi John Wick 2 vizyondaki yerini aldı. Başrolünde Keanu Reeves’in oynadığı emekliye ayrılmış tetikçi John, maceralarına kaldığı yerden devam ediyor. Bu sefer Roma sokaklarını birbirine katıp, mafya dünyasının en büyük isimlerine karşı kafa tutuyor. Keanu Reeves film boyunca büyük bir efor sarf ediyor ve beni en çok etkileyen kısım ise silahlı çatışma sahnelerinin durmaksızın devam etmesi. Havada uçuşan kurşunlardan izleyici adeta nefes alacak zaman dahi bulamıyor.

Ölüm Taciri

Filmin konusu; Tetikçi John Wick (Keanu Reeves), hayat boyu yaptığı işten artık çekilmiş ve emekliye ayrılmıştır. Fakat Santanio (Riccardo Scamarcio), John’dan mafya konseyinin başına geçmiş olan kız kardeşi Gianna (Claudia Gerini)’yı öldürmesini ister. Teklifi geri çevrilen Santanio, John’un evini havaya uçurur. Bunun üzerine emekliye ayrılan John Wick, Santanio’yu ve tüm mafya üyelerini karşısına alarak tetikçiliğe geri döner. 


Gişenin Galibi

John Wick 2 filmi ülkemizde de çok büyük bir hayran kitlesine sahip. Box Office Türkiye verilerine göre 10-12 Şubat tarihlerinde 237.319 seyirciye ulaşarak haftasonu en çok izlenen yapım oldu. Keanu Reeves’in efsanevi bilim-kurgu serisi Matrix’ten sonra, suç dünyasının işlendiği yeni seri John Wick ile geri dönmesi mükemmel oldu. Herkesin merak ettiği “Acaba birinci film kadar iyi mi?” sorusu bence bu film ile cevabı adeta yapıştırıyor. Rahatlıkla söyleyebilirim ki; John Wick 2 kalitesini korumuş ve aksiyon da birinci filmin ötesine geçmiş.


Efsaneler Buluşuyor

Keanu Reeves usta oyuncu Laurence Fishburne ile Matrix serisinden sonra ilk defa bir araya geldi. Filmde yeraltı dünyasının dilencilerine/evsizlerine hükmeden Bowery King rolünü canlandıran Fishburne, kelimenin tam anlamıyla bu rol için biçilmiş kaftan. Ayrıca Ian McShane’in suç dünyasına ait organizasyon olan Continental’i yöneten baron konumunda olması filme ağırlık katmış durumda…

İyi Seyirler Dilerim…

EFE TEKSOY





11 Şubat 2017 Cumartesi

Fifty Shades Darker




Karanlığın Elli Tonu


E.L.James’in aynı adlı çok satan roman serisinden uyarlanan Karanlığın Elli Tonu vizyondaki yerini aldı. Yönetmen koltuğunda James Foley’in oturduğu filmin senaryosu Niall Leonard’a ait. 2015 yılında serinin açılışını yapan Grinin Elli Tonu (Fifty Shades Of Grey) 571 milyon dolarlık gişe yaparak rekor kırmıştı. Erotik, dram türündeki filmin oyuncu kadrosunda bu kez 1997 yılı En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ı bulunan Kim Basinger da bulunuyor. Bütçesi 20 milyon dolar olan film ülkemizde 18 yaş sınırıyla gösterimde.






Fifty Shades Darker

Genç milyarder Christian Grey (Jamie Dornan) ile aşk yaşayan Anastasia Steele (Dakota Jonshon)’ın aralarındaki aşk artık bitme noktasına gelir. Fakat Christian, ilişkilerini kurtarmak için gizemli özel hayatından ödün vermeye razı olur ve Anastasia’yı elde edebilmek için gereken her şeyi yapmaya hazırdır. Ancak onu geçmişinde bıraktığı kadınlar rahat vermeyecektir.


Yıldızların Favori Kitabı

Karanlığın Elli Tonu’nda işlenen sado-mazoşist aşk hikâyesi sanki ilk defa E.L. James tarafından işleniyor gibi dünyada büyük bir talep ve ilgi gördü. Dünyaca ünlü Slene Gomez ve Kristen Stewart gibi yıldızlar kitaplarını okurken görüntülendi. Oysa ki yazar geçmişte edebiyat eserlerinde işlenen bu temayı çok seyrelterek okuyucu/izleyiciye sunmuş. Eserde Christian Grey, sadizmin işlevini üstlenir. Sigmund Freud’un Haz İlkesinin Ötesinde adlı eserinde bahsettiği yaşam dürtüleriyle ölüm dürtüleri Eros ile Thanatos’un ayrımında bulunmasını içinde barındıran bir karakterdir.





Karanlığın Prensi Markiz Sade


Christian Grey karakterinin sevgilisi Anastasia Steele itiraf ettiği; “Ben Sadistim” cümlesi 18. Yüzyılın sonlarında Fransa’da yaşamış Marquis De Sade’ın isminden türemiştir. Dostoyevski’nin başucu yazarı olarak anılan Sade, çok zengin aristokrat bir aileden gelen yazar ve filozoftur. Eserlerini Tanrı (inanç), ahlak ve cinsellik temaları/üçgeni içerisinde işler. 1791 yılında yazdığı Justine adlı eserinde mazoşizmin temellerini atan Sade, 1799 yılında aynı eserin bir başka kolu olan Juliette ile sadizmin temellerini atar. O dönem eserleri anlaşılmayan Sade, ömrünün 32 yılını farklı hapishanelerde ve akıl hastanelerinde hapsedilerek geçirir; 11 yıl Paris’te (10 yılı Bastille’de), 1 ay Conciergerie’de, 2yıl kalede, 1yıl Madelonnettes’de, 3 yıl Bicêtre’de, 1yıl Sainte-Pélagie’de ve 13 yıl Charenton akıl hastanesinde. 20. yüzyılda Sade, çeşitli akademisyenler ve yazarlar tarafından ciddiye alınmaya başlar ve eserleri klasik edebiyattaki yerini alır. André Gide, René Char, Georges Bernanos, Jean Genet ve Roland Barthes, Umberto Eco ve Sigmund Freud yapıtları üzerinde çalışmış psikanaliz ve edebiyatta öneminden bahsetmişlerdir. Günümüzdeyse 2000 yılında Düşlerin Efendisi/Quills adlı biyografik filmde Marquis De Sade’ı usta oyuncu
Geoffrey Rush oynamış, En iyi kadın Oyuncu Oscar’ı sahibi Kate Winslet, Michael Caine ve Joaquin Phoenix kadroda yer almıştır. Ülkemizde ise 2016 yılında ‘Tüy Kalemler-Quills’ adıyla tiyatro oyuncusu Erdal Beşikçioğlu tarafından Sade’ın hayatının Charenton Akıl Hastanesi’nde geçirdiği dönem büyük bir ustalıkla sahneye taşınmıştır.


Küçük Rusya’nın Turgenyev’i Masoch



Anastasia Steele adlı mazoşizmi temsil eden karakterin alt yapısının nereden geldiğini merak edenler için 19. yüzyılda yaşamış Mazoşizm’in isim babası Leopold Von Sacher Masoch’a değinmek gerekir. Küçük Rusya’nın Turgenyev’i olarak anılan yazar Alman Romantik Edebiyatı’nın güçlü yanlarını eserlerinde toplar. Külliyatı, insanlığın içinde bulunduğu suç ve ıstırap mirasını özetleme iddiasındadır. Burada hepsine değinmek imkansız olsa da başyapıtı Kürklü Venüs’ten bahsetmek gerekir. Bu eser Masoch’un ‘Kabil’in Mirası’ adı altında topladığı döngüler dizisinin aşka ilişkin (birinci) kısmını anlatır. Yapıtta Sade’ın temelini attığı mazoşizmin alt yapısını oluşturur. Kitap, bütün insalık tarihine cinsellik kazandıran çok özel bir tarzı içerisinde barındırmasıyla ünlüdür. Fakat Sade’dan daha sade bir dille işler. Masoch’un ‘Beyaz Sayfa’ kitabında kullandığı temalardan; sözleşmeye dayalı ilişki İlk film Grinin Elli Tonu’nda Grey ve Steele’in imzaladığı antlaşma olarak karşımıza çıkar. Kürklü Venüs yapıtını Fransız filozof Gilles Deleuze, ‘Sacher- Masoch’un’Takdimi ‘adlı araştırma kitabında derinlemesine işler. Masoch’un kullandığı her tekniği ayrıntılı olarak akademik bir şekilde okuyucuya sunar. Kitabı okumaya üşenenler için Polonyalı yönetmen Roman Polanski’nin 2013 yılında çektiği Kürklü Venüs filmini önerebilirim. Polanski hikayeyi kendi diliyle ve teatral bir şekilde filme alır.

Eser yeterince iyi işlenmese de sevgililer gününde aşk filmine gitmek isteyenler için uygun olduğunu düşünüyorum. Tabii büyük beklentiyle filme gidenlerin hayal kırıklığına uğrayacağını baştan söylemek gerek.
İyi Seyirler Dilerim
Efe TEKSOY

8 Şubat 2017 Çarşamba

LİVE BY NİGHT





Gecenin Kanunu (Live By Night)

Ben Affleck’in yönetmen koltuğunda oturduğu ve senaryosunu yazdığı suç dünyasını anlatan Gecenin Kanunu, beklediğim gişe odaklı mafya filmlerinin aksine beni derinden etkileyen yapımlardan birisi oldu. 2013 yılında çektiği Argo filmiyle ‘En İyi Film Oscar’ını da almasıyla Ben Affleck’in çıtayı iyice yükselttiğini düşünüyorum. Batman karakterine de yeni bir soluk getirerek son dönem aksiyon filmlerinin aranılan yüzü oldu. Filmin afişini ilk gördüğümde gene gişeye hitap eden sıradan mafya filmlerinden biri olacağını sandım. Filmden öyle çok etkilendim ki laf kalabalığından konuya değinemedim. Filmin konusu kısaca; 1920’li yıllardaki alkolün ve suç oranının zirve yaptığı ABD-Boston’ında geçiyor. Polis şefi (Brendan Glesson) nin oğlu olan azılı suçlu Joe Caughlin (Ben Affleck), babasının doğru yola çekmeye çalışmasına karşın giderek daha çok suç batağına saplanan bir adamdır. Eyaletin büyük suç örgütlerine yardım ve yataklık etmesi onu izlediği yolda zirveye taşır. Fakat önemli bir mafya babası olan Albert White (Robert Glenister)’ın kız arkadaşı Emma Gould (Sienna Miller)’i ayartması yaptığı en büyük hata olur. Bunun için ödemesi gereken bedeller olacaktır.



Suç Dünyası

Gecenin Kanunu, suç filmlerinin klasikleşmiş koyu tonlardaki renkleri ve başrol oyuncusunun hikâyeyi dış sesle anlatması temalarına çok güzel bir şekilde selam çakıyor. Mafya/suç filmleri genellikle erkek izleyici kitlesine hitap eder. Fakat bu film içerisinde aşk ve tutkuyu çok güzel bir şekilde harmanladığından kadınlara da yönelik olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Küba sokaklarında eğlenceli ve romantik müzikler eşliğinde gezmek istiyorsanız bu film tam size göre.



Emeğe Saygı

Yapımcıları arasında Ben Affleck ve Leonardo DiCaprio’nun da bulunduğu filmin maliyeti 65 milyon dolar. Filmi izlediğinizde bu paranın kurulan büyük stüdyolara ve o dönemi yansıtan kıyafetten tutunda mekanlara kadar harcandığına tanık oluyorsunuz.  Dennis Lehane’nin aynı adlı romanından uyarlanan filmin yapımı 2 yıl sürmüş ve bu emek benim açımdan filmi izlemek için bile yeterli bir sebep.

İyi Seyirler Dilerim

Efe TEKSOY