29 Eylül 2019 Pazar

AYIN GÖLGESİNDE (IN THE SHADOW OF THE MOON)


AYIN GÖLGESİNDE

Netflix'in bilim kurgu-polisiye türündeki filmi 'Ayın Gölgesinde' izleyiciyi bilinmeyenin derinliklerine doğru heyecanlı ve aksiyon dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Seyirciyi her anında soluksuz bırakan cinste bir hikaye olmasının yanı sıra akıl sınırlarını zorlayan ve algınızı yerle bir eden de bir yapıya sahip.  Zaman yolculuğu filmlerine farklı bir tat getiren 'In The Shadow Of The Moon', izledikten sonra hiç aklınızdan çıkmayacak. Farklı zaman dilimlerinde geçen hikayeyle bezeli olan film her daim karşılaşamayacağınız türde bir yapım.
'Gregory Weidman' ve 'Geoffrey Tock'un yazdığı ve 'Kim Mickle'ın yönettiği filmin oyuncu kadrosunda; 'Boyd Holbrook', 'Cleopatra Coleman', 'Bokeem Woodbine' ve 'Michael C. Hall' yer alıyor.






Geleceği Geçmişin Kıvılcımlarında Aramak

ABD'nin Philadelphia eyaletinde polis memurluğu yapan Thomas Lockhart, dedektifliğe yükselme hayaliyle yanıp tutuşmaktadır. Bir anda eyaletin farklı noktalarında sebebi belirsiz olan ölümler baş gösterir. Lockhart'ın incelemesi sonucunda cesetlerin ortak bir noktası ortaya çıkar. Her cesedin ense bölgesinde üç adet açıklanamayan iz bulunur. Bu işaretlerin ne anlama geldiği konusunda kimsenin bir fikri yoktur. İz sürme konusunda usta olan Lockhart, cinayetleri işleyenin bir seri katil olduğunu tespit eder ve peşine düşer. Ancak bu zanlı alışılagelenin aksine ne yakalanarak ne de öldürülerek durdurulamaz ve her dokuz yılda bir tekrardan ortaya çıkar. Bu akıl almaz durum Thomas Lockhart'ta bir takıntı haline gelir. Artık katili yakalamayı ve gizemi çözmeyi her şeyini kaybetme pahasına da olsa göze alır.




Bulanık Bilinçler

Filmdeki polis memuru Thomas Lockhart, katilin peşine düştüğünde birkaç defa aynı mücadeleyi verir. Çünkü katil akıl almaz bir şekilde her dokuz yılda bir tekrardan ortaya çıkar. Konu anlamında bakılacak olursa Amerikalı bilim kurgu yazarı Philip K. Dick'in 'Yüksek Şatodaki Adam' kitabıyla benzerlikler taşımakta. PKD'nin romanında geçmiş zaman üzerinde oynanarak geleceği inşa etmeyi amaçlayan bir yapı mevcuttu. Tıpkı 'Ayın Gölgesinde' filminde olduğu gibi. Peki bu ne kadar mümkün? Fransız filozof Henri Bergson 1893 yılında  Henri IV Lisesi'nde 'Metafizik Dersleri' başlığı altında verdiği 'Zaman' dersinde bu konuya şu şekilde bir açıklık getirir; "Sınırsız olduğunu söyleyebiliriz fakat sonsuz ve sınırsız kavramları burada uygun düşmez zira süre büyüklükten pay almaz, ayrıca homojen bir şey de değildir. Tarih tekerrür etmez, varlığımızın tamamen özdeş iki anı yoktur." der. Ancak zaman makinesiyle bu olaya müdahale edebilir miyiz sorusuna yanıt ise filmin içerisinde saklı. 




Thomas Lockhart'ın durdurulamaz haldeki katile olan takıntısı ve üzerinden yıllar geçmesine rağmen olayın peşini bırakmaması bana Abraham Lincoln'ün şu sözünü anımsattı; "Bazılarını her zaman, herkesi bazen ama herkesi her zaman aldatamazsın."

Ayın Gölgesinde, sıkı bir bilim kurgu - polisiye filmi. Özellikle baba kız arasındaki ilişkinin bir takıntı uğruna kırılmaya uğraması çok güzel işlenmiş. Zamanda yolcuğa ve onun kelebek etkisine inanıyorsanız bu film tam sizin için biçilmiş bir kaftan.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY



21 Eylül 2019 Cumartesi

AD ASTRA


 Brad Pitt'in kariyerinin en iyi performansını sergilediği sloganıyla lanse edilen 'Ad Astra' izleyiciyi görsel açıdan etkisi altına alacak güzel bir bilim kurgu yapımı. Ad Astra'nın merkezinde arayış ve bir yolculuk hikayesi bulunuyor. Filmde astronot Roy McBride'in (Brad Pitt), yıllar önce çıktığı uzay yolculuğundan haber alamadığı astronot babası H. Clifford McBride'in (Tommy Lee Jones) izini sürmesi anlatılıyor. Hikaye ve yolculuk boyunca Roy'a iç sesi ve flashbacklerle tanıdığımız eski eşi Eve (Liv Tyler) eşlik ediyor. Aynı zamanda efsane oyuncu Donald Sutherland'ın hayat verdiği Thomas Pruitt karakteri Roy'un destek aldığı insanlar arasında bulunuyor. 

Senaryosunu James Gray ve Ethan Gross'un kaleme aldığı filmin yönetmen koltuğunda James Gray yer alıyor. Oyuncu kadrosunda; Brad Pitt, Liv Tyler'ın yanı sıra usta  oyuncular Tommy Lee Jones ve Donald Sutherland bulunuyor. Filmin bütçesi 80 milyon dolar.


Yıldızlara Doğru

Film çok uzak olmayan bir yakın gelecekte geçiyor şöyle ki güneş sistemimizdeki gezegenlere örneğin Kızıl Gezegen diye anılan Mars'a insanlık artık iyice yerleşmiştir ve diğer gezegenlerde başka yaşam formları arayışındadır. Bu atılımın da en büyük öncüsü H. Clifford McBride'dir. Fakat film süresince yönetmen hangi zaman diliminde geçtiğine pek değinmiyor. Daha çok izleyiciyi olaya yani hikayeye dahil etmek isteyen deneyim sinemasına odaklanıyor.




Yıldızların Sonsuz Feryadı
 Ad Astra'da yerçekimsiz ortamda yapılan yolculuğun insan bedeni üzerindeki mental ve fiziksel yıkımına (Tommy Lee Jones'un müthiş performansı sayesinde) H. Clifford McBride karakteri üzerinden tanık oluyoruz. Karakter evreni insanın emrine zapt etme uğraşısının tüm felaketini izleyiciye gösteriyor. Öyle ki bakışlarında dahi bu hissiyatı size adeta yaşatıyor. İzleyici uzaydaki hiçliğin sonsuzluğunu ve yalnızlığını tüm boyutlarıyla kucaklıyor. Brad Pitt'in büyük bir ustalık sergilediği karakter oğul Roy McBride ise babasının karakterine tam bir tezat oluşturarak adeta bağırarak değil sessizliğimle direneceğim diyor. Roy'un iç sesi size yalnızlığın uzaydaki egemenliğini daha da kucaklatıp benimsetiyor.




Astral Bir Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Germen kökenli olan Rus Biçimcilerinden Vladimir Propp; semiyotik, etnoloji, halkbilim, anlatı çözümlemesi vb. alanlarda önemli çalışmaları bulunan çağımızın önemli bilim adamlarındandır. Propp, Masalın Biçimbilimi adlı çalışması çok büyük önem taşır çünkü onun işlev kavramı anlatı türler için bulunmaz bir nimettir. Propp burada 31 işlev belirler ve bu işlevlerin alt türleri vardır. Benim değinmek istediğim Propp'un 'XI. Kahraman Evden Ayrılır' başlığı burada; kahramanın (bizim öykümüzde Roy McBride) gidişi yani evden ayrılışının burada başka bir şeyi sembolize ettiğini belirtir. Birinci anlamı arayış, ikinci anlamı ise araştırma amacı olmaksızın yola çıkarken kendisini her çeşit serüven beklemektedir. Tıpkı Ad Astra filminde Roy McBride karakterinin babasını bulma umuduyla evden ayrıldığında başına gelenler ve bu uğurda atıldığı maceralar gibi.



Zaman Fenomenolojisi
Fransız felsefeci Paul Ricoeur, "Tarih, geçmişteki insanların yarattıklarının bilinmesidir"der. Ancak 'Ad Astra' filminde baba H. Clifford McBride karakteri adını tarihe yazdırmak için geleceğe uzanıyor ve adını insanlık tarihine kazımak için her şeyini feda ediyor. Paul Ricoeur'un zaman fenomenolojisini anlattığı başyapıtı 'Zaman ve Anlatı; anlatıların varoluşunu, işleyişini çözümlemeyi amaçlayan yorumbilim ve anlatıbilim araştırmalarının temel kitaplarındandır. Kitabın ikinci cildi olan 'Tarih ve Anlatı'da "Tarihçi açısından zamanı yaratacak olanın tam da zamanın temsili olması"ndan bahseder. Filmde H. Clifford McBride aslında zamanın temsilidir. Çünkü neyin kalıcı olup olmayacağına zaman karar verir. Tıpkı tarih yazma çabasında kendisini zamanın içerisinde kaybeden ve benliğini yitiren H. Clifford McBride gibi.


Film genel olarak bilim kurgu filmi olmasının yanı sıra alışa gelenin aksine fazlasıyla yoğun bir işleyişe sahip. Bu da izleyiciyi yoruyor. Ad Astra'da Kubrick vari deneyim filmine kayan bir anlatı mevcut. Açılış sekansı (istasyon kazası ve düşüş) klasik tabirle yürekleri ağıza getiriyor. 

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY



17 Eylül 2019 Salı

POSTMODERN BİR SİMULASYON CENNETİ: 'PARADISE HILLS'



 Emma Roberts, son dönem genç oyuncular arasında sivrilip hızla yükselişe geçen bir oyuncu oldu. İlk adını duyurması Julia Roberts'ın yeğeni ve Eric Roberts'ın kızı olmasıyla başladı. Ancak  Emma bu kan bağının ardına saklanmak ve gücünü bu bağdan almak yerine 'American Horror Story' gibi büyük yapımlarda oynayarak kendini kanıtladı. Şöhret basamaklarını hızla tırmanan bir genç yıldız oldu. Emma Roberts bu defa da karşımıza feminist bir konuyu işleyen Paradise Hills filmiyle çıkıyor ve Roberts'a Beşinci Element'in kızıl güzeli Leeloo yani Milla Jovovich eşlik ediyor.
Postmodern ve yenilikçi görseller eşliğinde sunulan Paradise Hills'in yönetmenliğini doksan doğumlu genç Alice Waddington üstleniyor. Paradise Hills, bilim kurgu severlerin kaçırmaması gereken bir yapım.




Paradise Hills Konusu
 Uma'nın (Emma Roberts) hayatı babasının intiharı ve milyarder Son Prescott'ın babasının şirketini ele geçirmesiyle alt üst olur. Son Prescot bununla da kalmayıp kafaya Uma'yla evlenmeye takar. Uma bir sabah uyandığında kendisini izole bir adada bulur. Annesi evlenmek istemeyen kızı Uma'yı Paradise Hills adlı rehabilitasyon merkezine göndermiştir. Burası ailelerin çocuklarını kendi istedikleri şekle sokmak için gönderdikleri bir tür rehabilitasyon merkezidir. 




Vaat Edilen Cennet Gerçekte Bir Cehennem Midir?
Filmde ebeveynler istedikleri şekle girsin diye çocuklarını ıslah eden ve beynini yıkayan bir mekanizma olan Paradise Hills'e dünyaca para yatırıyor. Film burada aslında bir bakıma yeryüzünde cennet kurma iddiasında olan çağımızın totaliter rejimlerine göndermede bulunuyor. Çocuklara zihinsel bir deli gömleği giydiren Paradise Hills şirketi gizemli bir düşes (Milla Jovovich) tarafından yönetiliyor. Güzellik bakımları, yoga, diyetler ve terapi gibi onlarca etkinlikle kızları (adeta bir eşyaymışçasına) söz verilen ve istenilen şekle sokmayı vaat ediyor. Kızları denetim altına alan ve şekle sokan bir sistem olan 'Paradise Hills' güzel işlenmiş bir feminist distopya (gişe filmi) örneği.




"Ayna Ayna Söyle Bana"
Filmde düşes tarafından sözde varoluşçuluk yalanları altında kızların beynini yıkayarak istenilen kavram genç beyinlere empoze ediliyor. Sanki düşünceye kendileri kapılmışçasına bir kandırmacaya maruz kalıyorlar. Düşes karakteri Uma ile bahçede gerçekleştirdiği sohbeti sırasında cevaplar için aynaya bakmasını ima ediyor ve şöyle diyor: "Tamamen kendimiz olduğumuzda en iyi halimize kavuşmuş oluruz. Ayna terapisi kendi hikayeni sahiplenmekle alakalı. Seni sen yapanı hatırlamakla alakalı. Sadece senin bileceğin şeyleri." Buradaki geçen diyalogta gizliden de olsa yani alt metninde Lacan'ın ayna kuramı yatıyor. Şöyle ki; Ayna Umberto Eco'nun deyimiyle "Ayna düşsel olanla simgesel olanı birbirinden ayıran sınırları çizen bir eşik-olgudur." Lacan'ın kuramında; altı ya da sekiz aylık bir bebek kendisini ilk gördüğünde görünüşünü gerçeklikle karıştırır ve devamında kendi görünüşü olduğunun ayrımına varır.

Genç kuşak izleyici kitlesine hitap eden film, gişe filmi olmasına nazaran izleyiciyi bambaşka dünyalara yolculuğa çıkartıyor. 

İYİ SEYİRLER DİLERİM

EFE TEKSOY




11 Eylül 2019 Çarşamba

STEPHEN KING 'O BÖLÜM 2' (IT CHAPTER 2)




STEPHEN KING SİNEMASINDA DOĞAÜSTÜ KORKU 'O BÖLÜM 2'

Stephen King'in 'O' (IT) adlı korku- gerilim romanından uyarlanan filmin ikinci bölümü vizyona girer girmez rekorla açılış  yaptı. Dünya genelinde vizyona girdiği ilk üç gün içerisinde 185 milyon dolar hasılat elde eden film Türkiye'de de vizyona girdiği ilk hafta sonunda 126 bin 520 kişi tarafından izlendi. Bu şekilde (Türkiye'de) tüm zamanların en iyi korku filmi açılış rekorunuda elde etmiş oldu.




'O BÖLÜM 2' KONUSU

İlk bölümde bir grup okulun looser diye tabir edilen ezik/kaybeden öğrencilerini Pennywise adlı kötülükle beslenen palyaçoya karşı verdikleri amansız mücadeleyi izlemiştik. ilk bölümden  27 yıl sonrasında geçen ikinci bölümde ise gençler bu defa yetişkin halde ve artık palyaçoyu geldiği yere yani kötülüğün kalbine geri göndermeye kararlılar.





STEPHEN KING'IN KORKU EVRENİNDE SEMBOLİZM OLARAK KANIN İŞLEVİ

Film öykü süresince kırmızı ton ağırlıkta ilerliyor. Pennywise'ın elinde tuttuğu kırmızı balondan tutunda üzerindeki kıyafete varana kadar kan için göstergebilimsel şekilde kana bir gönderme mevcut.
ikinci bölümde tekrardan Pennywise adlı korkunç palyaçonun kurbanlarını acımasızca katlettiğine tanık oluyoruz. Öyle ki kabuslarında bile peşini bırakmadığı kurbanlarının kanını akıtmadan rahat etmiyor. Pennywise'ın tek besini kan ve korku.




Her bir karakterin kendi sınavını verdiği döngüde kan büyük bir işleve sahip. Günümüzün en büyük korku yazarlarından Stephen King, 'Yazma Sanatı' adlı kitabında; eserlerinde işlediği kan'ın işlevini detaylı bir şekilde açıklar; Kanın güçlü bir şekilde kurban verme fikriyle bağlantılı olduğunu, Hristiyan dininde (pek çok diğer dinde de olduğu gibi) günahın ve kurtuluşun simgesi olduğunun altını çizer. Kan için değindiği bir diğer işlev ise kadınlar için fiziksel olgunluğa erişme ve doğurma yeteneğini kazanması. Burada bahsedilen sembolik anlamın filmde çok büyük bir öneme sahip çünkü izlediğimiz ikinci bölümde çocukların artık birer yetişkin olduğunu görüyoruz. Yani bu defa akan kan yetişkin kanı bu da demek oluyor ki çocukların kanını akıtmaya alışık olan Pennywise bu sefer alışık olmadığı bir şeyle mücadele ediyor.
 




USTALARA SAYGI

Yönetmenliği Andy Muschetti'ye ait olan filmin senaryosu Gary Dauberman'a ait. Oyuncu kadrosunda Jessica Chastain, James McAvoy, Bill Skarsgard, Isaiah Mustafa, Jay Ryan, Andy Bean ve Bill Hader bulunuyor. 'O Bölüm 2' filmi korku severlerin kaçırmaması gereken bir yapım. Korkutucu unsurların yanı sıra günümüz görsel efekt teknolojisi sayesinde korkunç yaratıklar daha gerçekçi ve daha ürkütücü. Yönetmen sizi her seferinde sizi yerinizden zıplatmayı başarıyor. Ayrıca filmde Xavier Dolan ve Stephen King camelou saygı duruşu sahneleri de mevcut. 

İYİ SEYİRLER DİLERİM

EFE TEKSOY