17 Eylül 2019 Salı

POSTMODERN BİR SİMULASYON CENNETİ: 'PARADISE HILLS'



 Emma Roberts, son dönem genç oyuncular arasında sivrilip hızla yükselişe geçen bir oyuncu oldu. İlk adını duyurması Julia Roberts'ın yeğeni ve Eric Roberts'ın kızı olmasıyla başladı. Ancak  Emma bu kan bağının ardına saklanmak ve gücünü bu bağdan almak yerine 'American Horror Story' gibi büyük yapımlarda oynayarak kendini kanıtladı. Şöhret basamaklarını hızla tırmanan bir genç yıldız oldu. Emma Roberts bu defa da karşımıza feminist bir konuyu işleyen Paradise Hills filmiyle çıkıyor ve Roberts'a Beşinci Element'in kızıl güzeli Leeloo yani Milla Jovovich eşlik ediyor.
Postmodern ve yenilikçi görseller eşliğinde sunulan Paradise Hills'in yönetmenliğini doksan doğumlu genç Alice Waddington üstleniyor. Paradise Hills, bilim kurgu severlerin kaçırmaması gereken bir yapım.




Paradise Hills Konusu
 Uma'nın (Emma Roberts) hayatı babasının intiharı ve milyarder Son Prescott'ın babasının şirketini ele geçirmesiyle alt üst olur. Son Prescot bununla da kalmayıp kafaya Uma'yla evlenmeye takar. Uma bir sabah uyandığında kendisini izole bir adada bulur. Annesi evlenmek istemeyen kızı Uma'yı Paradise Hills adlı rehabilitasyon merkezine göndermiştir. Burası ailelerin çocuklarını kendi istedikleri şekle sokmak için gönderdikleri bir tür rehabilitasyon merkezidir. 




Vaat Edilen Cennet Gerçekte Bir Cehennem Midir?
Filmde ebeveynler istedikleri şekle girsin diye çocuklarını ıslah eden ve beynini yıkayan bir mekanizma olan Paradise Hills'e dünyaca para yatırıyor. Film burada aslında bir bakıma yeryüzünde cennet kurma iddiasında olan çağımızın totaliter rejimlerine göndermede bulunuyor. Çocuklara zihinsel bir deli gömleği giydiren Paradise Hills şirketi gizemli bir düşes (Milla Jovovich) tarafından yönetiliyor. Güzellik bakımları, yoga, diyetler ve terapi gibi onlarca etkinlikle kızları (adeta bir eşyaymışçasına) söz verilen ve istenilen şekle sokmayı vaat ediyor. Kızları denetim altına alan ve şekle sokan bir sistem olan 'Paradise Hills' güzel işlenmiş bir feminist distopya (gişe filmi) örneği.




"Ayna Ayna Söyle Bana"
Filmde düşes tarafından sözde varoluşçuluk yalanları altında kızların beynini yıkayarak istenilen kavram genç beyinlere empoze ediliyor. Sanki düşünceye kendileri kapılmışçasına bir kandırmacaya maruz kalıyorlar. Düşes karakteri Uma ile bahçede gerçekleştirdiği sohbeti sırasında cevaplar için aynaya bakmasını ima ediyor ve şöyle diyor: "Tamamen kendimiz olduğumuzda en iyi halimize kavuşmuş oluruz. Ayna terapisi kendi hikayeni sahiplenmekle alakalı. Seni sen yapanı hatırlamakla alakalı. Sadece senin bileceğin şeyleri." Buradaki geçen diyalogta gizliden de olsa yani alt metninde Lacan'ın ayna kuramı yatıyor. Şöyle ki; Ayna Umberto Eco'nun deyimiyle "Ayna düşsel olanla simgesel olanı birbirinden ayıran sınırları çizen bir eşik-olgudur." Lacan'ın kuramında; altı ya da sekiz aylık bir bebek kendisini ilk gördüğünde görünüşünü gerçeklikle karıştırır ve devamında kendi görünüşü olduğunun ayrımına varır.

Genç kuşak izleyici kitlesine hitap eden film, gişe filmi olmasına nazaran izleyiciyi bambaşka dünyalara yolculuğa çıkartıyor. 

İYİ SEYİRLER DİLERİM

EFE TEKSOY




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder