23 Aralık 2019 Pazartesi

ANA AKIM UZAY OPERASI DESTANI; STAR WARS SONA ERİYOR



1977 yılında George Lucas'ın başlattığı destansı serinin 9. ve son filmi 'Star Wars: The Rise of Skywalker' vizyondaki yerini aldı. Ancak beklenenin aksine film seyirciyi iyi ve kötü yorumlarla ikiye bölmüş durumda. Hafta sonunda dünya genelinde 373 milyon dolar hasılat elde eden yapım, önceki iki filmin gerisinde kaldı. 2015 yılında vizyona giren 7. film 'Star Wars: The Force Awakens' 523 milyon dolar ve 2017 yılındaki 8. film 'Star Wars: The Last Jedi' ise hafta sonunda 450 milyon dolar" gişe elde etmişti.



Rise of Skywalker aksiyon ve adrenalini yüksek tutan bir yapım olmuş, ancak Star Wars hayranlarına geçmişten gelen o muhteşem duyguyu pek hissettiremiyor. Bunun sebebi ise yönetmenliği paylaşamayan J.J. Abrams ve Rian Johnson arasındaki çekişmeden kaynaklanıyor. 7. filmin yönetmeni Abrams, Star Wars'u gişede 2,06 milyar dolara ulaştırmıştı, 8. filmin yönetmeni Rian Johnson ise 1,33 milyar dolar hasılat yapmıştı. Bunun üzerine Disney şirketi koltuğu Abrams'a devretti fakat sonuç şirket açısından pek iç açıcı olmadı. Anlaşılacağı üzere aslında hasılat canavarı olan Star Wars yapımının arka planında büyük bir çekişme yaşanıyor ve bu çekişme de sonunda gişeye ve seyirciye yansımış durumda.




 'Star Wars: The Rise of Skywalker'ın Konusu:
 
Kylo Ren (Adam Driver), Karanlık tarafın büyük lideri Snoke'u öldürür ve böylece ilk düzen adlı askeri gücün yeni lideri haline gelir. Acımasız yönetim altında kalan direniş tarafı ise artık kendini umutsuzluğa bırakmıştır ve yok olmanın eşiğindedir. Ancak Direniş'in yeni umudu Rey (Daisy Ridley), dostu kaçak asker Finn (John Boyega) ve Poe (Oscar Isaac) bu gidişata dur demeye kararlıdır. 




Ayın Karanlık Yüzü: Rey
 
İyiyle kötünün mücadelesine odaklanan film aslında bir yandan karakterlerinde kendi iç dünyalarında verdikleri çatışmayı merkezine alıyor. Bunu Jedi kökenini devam ettirecek olan Rey karakterinin, film boyunca içerisinde kötülükle büyük bir mücadeleye girişmesinde görebiliyoruz. Rey'in yaşadığı bu içsel savaşın sebebi ise Sith'lerin karanlık lordu Palpatine'in torunu olmasından geliyor. Yani damarlarında akan kan Sith'lerden geliyor. Rey'in yaşadığı çatışma, Antik Çin Kültürü'nde Yin ve Yang öğretisine de bir göndermedir. Çinli bir Fransız akademisyen olan François Cheng, Boşluk ve Doluluk adlı eserinde Yin-Yang'i birbirini bütünleyen iki kutup olarak nitelendirir. Her şeyin merkezinde yer alan Yin ve Yang, filmde ilk olarak Rey'in içerisinde bulunan iyilik ve kötülük olarak karşımıza çıkıyor. Ardından kötülüğü temsil eden Kylo Ren karakterinin de kendi içerisinde iyi kötü mücadelesini verdiğine tanık oluyoruz. Hikaye boyunca aralarında bir bağ olduğunu gördüğümüz Rey ve Kylo karakterleri aslında Yin-Yang'i sembolize ediyor




Kylo Ren ve Kintsugi Sanatı

Sekizinci filmde parçalanan Kylo Ren'in meşhur maskesi bu bölümde onarılıyor. Burada 500 yıllık bir geçmişe sahip olan Antik Japon Geleneği olan Kintsugi sanatı vurgulanıyor. Kintsugi felsefesi, kırılmanın aslında bir yenilenme olduğu ve kusurlardaki güzelliği görmeyi hatırlatır. Yani aslında bir yeniden doğuşu sembolize eder. Filmde ise bu felsefeye kötülüğün acımasız lideri Kylo Ren'in, içerisindeki iyi-kötü mücadelesinden iyi tarafı seçerek çıkmasıyla tanık oluyoruz. Bir başka sahne ise Kylo Ren karakteri iyi tarafa geçtiğinde ve Ben Solo olarak geri döndüğünde (Star Destroyer gemisinde ışın kılıcı darbesiyle aldığı) yüzündeki yara izi kaybolur.



Destanın son filmi 'Star Wars: Skywalker'ın Yükselişi' aksiyon ve macera severler için güzel bir yapım. Her ne kadar 1977'de başlayan destanın sonu olsa da Disney şirketi yeni bir üçleme için kolları sıvamış durumda ayrıca Disney Plus platformunda 'The Mandalorian' adlı Star Wars dizisi esip gürlemeye devam ediyor. Bu da gösteriyor ki Star Wars evreni daha da büyüyerek gelmeye devam edecek.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY



4 Aralık 2019 Çarşamba

KARANLIĞIN ELİ 'THE IRISHMAN


 Akademi Ödülü sahibi Martin Scorsese, Netflix platformunda gösterime giren 'The Irishman' filmiyle, sinema tarihinin en büyük mafya filmleri arasına girecek bir başyapıta imza attı. Ustalara saygı kuşağı vari bir oyuncu kadrosuyla da 'The Irishman', neredeyse her anlamda seyirci için biçilmiş bir kaftan. Oyuncu kadrosunda kimler yok ki; Al Pacino, Robert De Niro, Joe Pesci ve Harvey Keitel gibi dev isimler yer alıyor. Film, gerçek hayattaki Frank Sheeran'ın, yazar Charles Brandt'e açıkladığı itiraflarından oluşan kitap 'I Heard You Paint Houses'dan uyarlandı. 'The Irishman'in filme uyarlanmasında eskiye dayanan ilginç bir hikayesi var; Robert De Niro, 2006 yılında 'The Good Shepherd' filminin çekimleri sırasında kitabı okuyor ve Martin Scorsese'ye gidip anlatıyor. Al Pacino ve Joe Pesci'nin de işe dahil olmasını öneren De Niro, bu anlamda Scorsese'nin yıllar öncesinden kolları sıvamasını başarıyor. Amerikan trajedi hikâyelerini anlatmakta usta olan Scorsese, güç savaşlarını merkezine alan bir mafya öyküsüyle seyircinin tüm beklentilerini karşılıyor. 




Ustalara saygı kuşağı vari bir oyuncu kadrosuyla da 'The Irishman', neredeyse her anlamda seyirci için biçilmiş bir kaftan. Oyuncu kadrosunda kimler yok ki; Al Pacino, Robert De Niro, Joe Pesci ve Harvey Keitel gibi dev isimler yer alıyor. The Irishman filmi, gerçek hayattaki Frank Sheeran'ın, yazar Charles Brandt'e açıkladığı itiraflarından oluşan kitap 'I Heard You Paint Houses'dan uyarlandı. 'The Irishman'in filme uyarlanmasında eskiye dayanan ilginç bir hikayesi var; Robert De Niro, 2006 yılında 'The Good  Shepherd filminin çekimleri sırasında kitabı okuyor ve Martin Scorsese'ye gidip bahsediyor. Al Pacino ve Joe Pesci'nin de işe dahil olmasını öneren De Niro, bu anlamda Scorsese'nin yıllar öncesinden kolları sıvamasını başarıyor. 


The Irishman Konu:


Askeri bir geçmişe sahip olan Frank Sheeran (Robert De Niro), kamyon şoförlüğü yaparak hayatını idame ettirmektedir. Şans eseri tanıştığı Russel Buffalino (Joe Pesci), onu yer altı dünyasına sokar ve "Buffalino Ailesi" adlı efsane mafya örgütünün tetikçisi olmasına yardımcı olur. Amerikan işçi sendikası lideri Jimmy Hoffa (Al Pacino), milyonlarca dolarlık emeklilik fonunu mafyaya kaynak olarak kullandıran bir güç sembolüdür. Sheeran'ın suç dünyasındaki yükselişi, Jimmy Hoffa'yla tanışması sayesinde işçi sendikasında yer almasına kadar büyür. Ancak bu hızlı yükselişin büyük bir bedeli olacaktır.


Buffalino ailesi ve Güç Oyunları

'The Irishman', siyasetin mafyalaşmasına dair Amerikan filmlerine güncel ve güçlü bir örnek. Buffalino ailesi ve Hoffa siyasette değişen güç odaklarına ayak uydurmak için ellerinden geleni yapıyor. Devlet ve mafya ailesi arasında dönen bir çarkta, mafyanın ne kadar etkin bir güç olduğu filmde devamlı olarak altı çizilerek izleyiciye aktarılıyor. Buffalino ailesinin gücü ve etkisi öylesine tepelere çıkıyor ki; Castro Devrimi sırasında Küba'ya silah gönderilmesinden, 35. ABD başkanı John F. Kennedy'nin suikastine, 37. dönem ABD Başkanı Richard Nixon ve Watergate Skandalı'na kadar uzanıyor. Film süresince tarihi değiştiren kararların (Scorsese'nin dediği gibi) sessiz sakin diyaloglarda gizli olduğunu görüyoruz.


Omerta  Yasası

Jimmy Hoffa, hapiste olduğu süre boyunca ispiyonculuk yapmadığı ve kimseyi ifşa etmediğiyle övünür ve bunu bir güç gösterisi gibi sergiler. Ancak bu olayın arkasında filmde aktarılmak istenen başka bir anlam daha vardır!.. Buffalinolar, Sicilyalı bir Amerikan mafya ailesidir. Suç dünyasında bir yemin vardır. Asla ve katta kimsenin bozamayacağı bir söz... Önemli bir yemin!.. Bin yıllık geçmişi olan Omerta Yasası'dır bu yeminin adı. Sicilya'da ise buna; Sessizlik Yemini denir. Mafya ortamındaysa: 'Sığınılacak Yer' anlamına gelir. Ve mafya, sahip olduğu gücün temeline Omerta'yı yani sessizlik yasasını oturtarak gücünü pekiştirir. Filmde Jimmy Hoffa'nın, Russel Buffalino ve Frank Sheeran'a hapiste yattığı zaman boyunca sessiz kaldığını özellikle belirtirken aslında altı çizilmek istenen nokta tam da budur. Paris merkezli Avrupa'nın önde gelen sosyal bilimler üniversitelerinden birisi olan L’Institut d’études politiques de Paris’de (Sciences Po)'de felsefe profesörü olan Frédéric Gros, 'İtaat Etmemek' adlı yapıtında; mutlak itaat zemininden bahseder. Kitabında; koşulsuz ve şartsız itaat etmenin, insanlaşma sürecinin yolunu açan bir fikir olduğunu belirtir. Bu durum izleyiciye, Hoffa'nın rasyonel boyun eğişinin asıl sebebini açıklıyor.




Balık ve Sicilya Mesajı

The Irishman'in son kırk dakikasında tempo yükselişe geçiyor. Jimmy Hoffa, toplantı için beklediği sırada arabayla onu almaya Frank Sheeran, Sally Buggs ve Hoffa’nın manevi oğlu Chuckie O'Brien gelir. Hoffa arabaya bindiğinde; daha öncesinde Chuckie balık taşındığı için arabada balık kokusu muhabbeti başlar. Burada yönetmen Martin Scorsese alt metinde bir mesaj verir. Çok eski bir Sicilya mesajıdır bu... (Balık, Hoffa'nın denizin dibini boylayacağı anlamına geliyor.) Filmde bulunan bir başka önemli nokta ise; Frank Sheeran'ın, özel jetle Jimmy Hoffa için Detroit'e gittiği andan itibaren geri dönüp gözlüğünü Russel Buffalino'dan almasına kadar geçer süre boyunca filmde arka plan/fon müziği bulunmuyor.





Kapı Kapanıyor

Yaptıklarının pişmanlığıyla hayatının son dönemlerinde yerle yeksan olan Frank Sheeran, son sahnede bakım evinde Rahip’e  çıkarken kapıyı aralık bırakmasını söyler. Burada yapılan gönderme 'The Godfather' filminedir. 'The Godfather'da kapı tamamen kapanır çünkü Michael Corleone artık yer altı dünyasına aittir. 'The Irishman'de ise Frank, hayatının ileriki dönemlerini göremiyor ve işi icabı yapılması gerekenleri gözü kara şekilde yapıyor. Bunun bedelini ise ağır bir şekilde ödüyor. Ancak kapıyı açık bırak demesi; hiç kimsesi kalmayan Frank'in artık yer altı dünyasına ait olmak istemediğini gösteriyor.




Kamera Arkası

-Biyografik filmin senaryosu ise Steven Zaillian'a ait. Bütçesi 159 milyon dolar olan filmde, 'Academy Flat (1:85:1)' formatı kullanılmış ki bu da mükemmel bir sinematik görsel sunuyor.
-117 mekânda gerçekleştirilen çekimlerde 9 kamera kullanılan film 309 sahneden oluşuyor.
-The Irishman'in çekimleri 106 gün sürdü, bu Martin Scorsese'nin kariyerinde bulunan en uzun çekim programıdır.
-Filmin başlangıcındaki ev 'Goodfellas' filmindeki evin aynısıdır.



-Joseph Gallo (Crazy Joe) karakteri filmde Copacabana mekanına girerken görülür. Burası Scorsese'nin Goodfellas ve Raging Bull filmlerinde de yer almaktadır.
- Martin Scorsese, The Irishman filminde Mickey Rourke'la çalışmak istiyordu ancak Robert De Niro, Rourke'la 1987 yapımı Angel Heart filmine uzanan bir kavgadan dolayı onunla çalışmayı reddetti.
-Robert De Niro, gerçek hayattaki Frank Sheeran'dan 6 inç daha kısaydı, bunun için çekimlerde takoz ayakkabı kullandı.
- Frank Sheeran, ölüm döşeğinde Jimmy Hoffa'yı öldürdüğünü itiraf etti, ancak bu sözü yetkililer tarafından doğrulanmadı.



Gençlik Pınarı 'CGI' Teknolojisi

Martin Scorsese, filmdeki halledilmesi gereken sorunlardan birisinin flashback'ler olduğunu belirtiyor. Oyuncuların daha genç olduğu sahneler için ilk akla gelenin genç oyuncularla çalışmak olduğunu, ancak bunu yaparsa farklı bir zaman dilimine ait gibi görüneceğini söylüyor. Bu yüzden de dijital gençleştirme tekniğini gündemine alıyor. Scorsese, bu yöntemle pek çok sahnenin kare kare yeniden oluşturulduğunu ve hazırlık aşamasının bu sebeple çok uzun sürdüğünü belirtiyor. Ayrıca maliyetinin de çok yüksek olduğunu açıklayan Scorsese, Netflix işin içine girene ve parayı verene kadar bu süreci gerçekleştiremediklerini söylüyor. 
Mafya filmlerine yeni bir başyapıt eklendi yorumu 'The Irishman' için fazlasıyla mütevazı kalacaktır, çünkü izlerken kamera arkasında bir dehanın oturduğunu filmin her anında  hissediyorsunuz. 


İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY














30 Kasım 2019 Cumartesi

LAST CHRISTMAS




BİR ŞANS DAHA
 Game of Thrones'un Khaleesi'si Emilia Clarke'ın başrolünde yer aldığı 'Last Christmas' vizyondaki yerini aldı. Emilia Clarke, bu defa karşımıza romantik bir yılbaşı komedisiyle çıkıyor. Seyirciye İngiltere'nin ara sokaklarında keyifli dakikalar yaşatan film muhteşem bir yılbaşı atmosferiyle de izleyiciyi büyülüyor. Film boyunca öyle anlar oluyor ki Emilia Clarke, seyirciyi gülmekten kırıp geçiriyor. 'British Humour' diye tabir edilen İngiliz mizahına muhteşem bir örnek oluşturuyor. Oyuncuları arasında da yer alan Emma Thompson filmin senaryosuna 2010 yılında başlamış ve uzun bir süre boyunca Bryony Kimmings'le beraber üzerinde çalışmış. Keyifli dakikalar geçirmek ve içerisinde duygusallıkta barındıran bir romantik komedi izlemek istiyorsanız 'Last Christmas' filmi tam size göre.
Yönetmen koltuğunda Paul Feig'in oturduğu filmin oyuncu kadrosunda; Emilia Clarke, Henry Golding, Michelle Yeoh, Emma Thompson, Peter Mygind ve Boris Isakovic yer alıyor.






Last Christmas’ın Konusu

Londra'da yaşayan Kate, yaşamını Noel dükkânında Elf rolü üstlenerek sürdürür. Tüm hayatı olumsuzluklar ve hatalarla kaplı olan bu genç kadının başı dertten kurtulmaz. Hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan Tom adındaki yakışıklı adam, Kate'in dünyasında yeni bir başlangıç yapmasına sebep olacaktır.



Yüreğinin Sesini Dinle

Filmdeki Kate karakteri hayatta birçok negatiflikle mücadele veren bir birey. Kalbinin hasta olmasıyla başlayan bu olumsuzluklar süreci anne-babası arasındaki anlaşmazlıktan, kardeşinin eş cinsel eğilimli olmasına kadar her şey onun için tam bir fiyasko ve utanç kaynağıdır. Asıl isminin Katarina olması ve bunun yerine Kate'i seçmesi de geçmişinden kaçtığı ve saklandığının kanıtı. Ancak karşısına çıkan Tom karakteri, Kate'e asıl güzelliğin dışarıda değil kendi içerisinde olduğunu bulmasına yardımcı oluyor. Kate'in pozitifliğe olan bu dönüşüm süreci öylesine bir hale dönüşüyor ki; ailesinden, işine kadar her yerde attığı adım olumlu hale geliyor.



Geçmişten Gelen Hayalet

Filmde Tom karakteri ve Kate arasında önemli bir bağ var. Ancak bunun da ötesinde Tom'un Kate'e yardımcı olması ve Noel temaları izleyiciye başka bir göndermede bulunuyor. Victoria devrinin en büyük İngiliz klasik yazarı Charles Dickens'ın 'A Christmas Carol/ Bir Noel Şarkısı'nda geçmişten gelen hayaletler tüm olumsuzlukları içerisinde barındıran Ebenezer Scrooge karakterine doğru yolu ve kalbindeki iyiliği bulmasında yardımcı oluyordu tıpkı Last Christmas'ta Tom'un, Kate'e yardım ettiği gibi. Bunu destekleyen birkaç örnek var şöyle ki; Tom karakterinin film boyunca otobüs ve mağaza camları dahil hiçbir yerde yansıması görünmüyor. Ayrıca film boyunca Tom'la iletişim kuran ve gören tek kişi Kate. Aynı şekilde 'Bir Noel Şarkısı'nda Scrooge'ta hayaletlerle konuşan ve onları gören hikayedeki tek karakterdi





Kamera Arkası

-Londra'da gerçekleşen çekimlerde kalabalıkların çekimi engellemesini önlemek için gece 02:00'da çekime başlandı.

-25 Aralık 2016’da 53 yaşında yaşamını yitiren ünlü İngiliz şarkıcı George Michael’ın seslendirdiği Last Christmas adlı şarkısıysa sanatçının anısına özellikle kullanıldı. 

- Filmin bütçesi 25 milyon dolar.





Last Christmas, yeri geliyor izleyiciyi kahkahadan kırıp geçiriyor, yeri geliyor duygusallığa boğuyor. Klişe romantik komedilerden bıktıysanız 'Last Christmas' filmi sizin için biçilmiş bir kaftan.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY





25 Kasım 2019 Pazartesi

YENİ YIL AŞKI: THE KNIGHT BEFORE CHRISTMAS


 Netflix yapımı 'The Knight Before Christmas', yılbaşının yaklaştığı bu zamanda içinizi ısıtacak ve sizi yeni yıl ruhuna hazırlayacak bir yapım. Vanessa Hudgens ve Josh Whitehouse'un başrolünde yer aldığı romantik komedi filminin yönetmeni Monika Mitchell.
Disney'in 'High School Musical' serisiyle tanıştığımız Vanessa Hudgens, artık liseli ergen kız rollerinden evrilerek romantik komedilerin aranılan yüzü oldu.  Vanessa Hudgens'ın 2018 yılında 'The Princess Switch' gibi Noel aşkını yaşatan bir film arıyorsanız 'The Knight Before Christmas'ı kaçırmayın.




The Knight Before Christmas Konusu:


14. yüzyılın İngiliz Orta Çağ şövalyesi olan Sir Cole, geleneksel av yarışmasına katılır ve ormanda yolunu kaybeder. Ormanda karşısına çıkan gizemli yaşlı kadın onu sihir gücüyle zamanda yolculuğa çıkartarak günümüze gönderir. Ne olduğunu anlayamayan Sir Cole kendisini Amerika'nın Ohio eyaletinde bulur. Burada kalbi kırık bir lise fen öğretmeni olan Brooke, Sir Cole'un hayatına girmesiyle aşka olan inancını yeniden bulacaktır.



Portakalın Filmdeki Anlamı

Filmde yapılan portakal göndermesi tarihsel bir anlam içerir. Broke karakteri, Sir Cole'a portakal hediye ettiğinde. Sir Cole ne olduğunu biliyordu çünkü tarihte 1334 yılında yaşıyordu. Portakal ise İngiltere'ye 1289 yılında getirildi. İngiltere'nin Portshmouth şehrine demirleyen bir İspanyol gemisi, I. Edward'ın karısı Elanor'un elçisine 15 limon ve 7 portakal satmıştı.



Zamanın Ruhunda Gezen Aşk

Filmin zamanda yolculuk yaparak geçmişten günümüze gelen Orta Çağ şövalyesi hikayesi, temelini Fransa'nın dünyaca ünlü iki büyük oyuncusu Jean Reno ve Christian Clavier'in başrolünde yer aldığı 1993 yapımı Ziyaretçiler (Les Visiteurs)' filminden esinlenmiş. 1998'de ikinciside çekilen Ziyaretçiler'de; Orta Çağ şövalyesi ve bir köle kendilerini büyücünün yardımıyla günümüzde buluyorlardı. Tıpkı 'The Knight Before Christmas'ta olduğu gibi. Fakat hikayede oynama yapılarak bu tema bir aşk hikayesine dönüştürülmüş ve başarıyla uyarlanarak ortaya güzel bir romantik yapım çıkmış.


İyi Seyirler Dilerim
EFE TEKSOY


15 Ekim 2019 Salı

VAROLUŞSAL BİR MÜCADELE ÖRNEĞİ OLARAK: JOKER


 Vizyona girdiği anda gişeleri alt üst eden 'Joker', yönetmen Todd Phillips ve oyuncu Joaquin Phoenix'in işbirliğiyle destanlaşıyor. 'Joker' filmi 2008 yapımı 'The Dark Knight'taki nedensiz şiddet gösterileri sergileyen Joker karakterinin temellerinin atıldığı ve deliliğin dağlarında gezinen bu sahnelere anlam yükleyen bir yapım. Film süresince Arthur Fleck karakterinin anarşist kimliği olan Jokere evrilmesini ve bu varoluşsal süreci sırasında ödemek zorunda kaldığı acınası bedellere tanık oluyoruz. 



Joker Konusu
Hayatını eğlence sektöründe palyaço olarak idame ettiren Arthur Fleck, annesiyle beraber yaşamaktadır. Annesi, oğluna happy (mutlu) diye seslenir ve bu duyguyu ne yazık ki Arthur hiç tatmamıştır. Psikolojik birçok rahatsızlık barındıran bir kişiliğe sahip Arthur, toplumdan dışlanmış ve her gittiği yerde zorbalığa uğrayan bir şanssızlığa sahiptir. Zamanla bu zorlayıcı ve dejenere edici süreç Arthur'un Joker isimli alt benliğinin ortaya çıkmasına sebep olacaktır.

Yönetmenliğini Todd Philips'in üstlendiği filmin senaryosu Scott Silver ve Todd Philips'e ait. Filmin oyuncu kadrosunda; Joaquin Phoenix, Robert De Niro, Zazie Beetz, Frances Conroy ve Brett Cullen yer alıyor.




Modern Zamanlar
2008 yılında vizyona giren 'The Dark Knight'tan beri Joker karakteri üzerine o kadar çok yazıldı, çizildi ve öylesine çok tartışıldı ki; teoriler Joker karakterinin insanların zihinleriyle oynayabilmesinde askeri bir geçmişe sahip olabileceğine varana kadar uzandı (Bu konuda oyuncu Patton Oswalt'ın derinlemesine yaptığı incelemeye göz atabilirsiniz). Yönetmen Todd Philips, Joker'in origin öyküsüne yeni bir yorum getirirken hikayenin odağına duygusallığı koymuş. Oysa ki Christopher Nolan'ın çizdiği Joker karakteri izleyici karşısına daha güçlü çıkmıştı. Adeta Oswalt'ın bahsettiği gibi askeri bir geçmişe sahipmişçesine batman ve çift yüz karakterlerinin zihniyle oynuyordu. Bu şekilde bakılacak olursa Joker karakterinin geçmişi için zayıf kalan bir öykü barındırıyor. Fakat yine de işleniş açısından ve anlatılan öykü açısından muazzam bir yapım.
Karakterin yolculuğuna bakılacak olursa 'Joker' filmi, Martin Scorsese'nin 1976 yapımı 'Taxi Driver' filmiyle birçok benzer/paralellik içeriyor. Bunu da Arthur Fleck ve komşusu Sophie Dumond'un asansör sahnesinde yer alan 'Taxi Driver' göndermesiyle destekliyor.




'Joker' filminde Hollywood klasiklerine göndermeler fazlasıyla mevcut; Arthur'un Thomas Wayne'in peşinden gittiği film gösteriminin yapıldığı 'Wayne Hall'da yer alan afişler 'Charlie Chaplin'in 1936 yapımı 'Modern Times'a ait. Filmin sonlarında kamera Gotham City'de gezinirken sinemaya girişte göze çarpan  'Blow Out' yazısı 'Brian De Palma'nın 1981 yapımı filminin ismi, ayrıca Robert De Niro'nun yer aldığı 'Live With Murray Franklin' adlı Talk Show programı sahnesi Martin Scorsese 'nin 1982 yapımı 'The King of Comedy'sinden esinlenilmiştir. 





Deliliğin Patolojisi
Arthur'un hayatta tutunacak en küçük bir dal bir umut aradığı sırada annesinden Thomas Wayne'in oğlu olduğu haberini alır ve bu yalana inanır. Öylesine ki bu yalan artık onun gerçeğidir. Bu süreçten sonra Arthur'un halüsinasyon öğeleriyle bezeli hale gelmiş delilikle dolu dünyası, gerçek dünyasına baskın hale gelir. Fransız filozof ve sosyolog Michel Foucault, 'Akıl Hastalığı ve Psikoloji' adlı yapıtında gerçek ve hayal dünyası arasında kalan kişilik için "İki gerçeklik oyununda, bu abartılı muğlaklık durumunda hastalığın bilinci, bir başka gerçekliğin bilinci olarak ortaya çıkar"der. Burada bahsettiği ortaya çıkan bilinç filmdeki Arthur karakterinin alt benliği olan Joker'dir. Yani Arthur'un bedeninin çektiği acılar ve bilincini kaplayan psikolojik eziyetler zihnini ikiye bölünmesine ve öznenin aynada şeytani ikizinin düşüncelerini ve bilincini ele geçirerek baskın gelişine neden olur. 






Ayın Öteki Yüzü
Analitik psikolojinin kurucusu ve derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan birisi olan Carl Gustav Jung, 'Gölge Arketipi'nde şöyle der; "Herkes bir gölgeye sahiptir, bu gölge bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az içeriliyorsa, o kadar kara ve yoğun olur." Tıpkı Arthur'un bilinçli zihninin karanlık kardeşi Joker gibi. Joker'in bilinç altında oluşmasında en büyük etkenlerden birisi annesi Penny'nin eski sevgilisinin oğlu Arthur'u dövmesi ve bu duruma Penny'nin sessiz kalması yatıyor. Hatta oğluna bu durum hiç yaşanmamışçasına gülmeye teşvik etmesi ve ona happy (mutlu) diye seslenmesi Arthur'un benliğine indirilen en büyük darbenin sebebi ve yıkımında en büyük habercisi. Psikanalizin kurucusu olan Avusturyalı nörolog Sigmund Freud, akıl hastalıkları ve bunların çeşitleri ve ne şekilde geliştiklerine dair kaleme aldığı 'Psikopatoloji' adlı yapıtında; " Döven kişinin (yani babanın) aynı kaldığı ama dövülen çocuğun bir başka çocuğa dönüştüğü"nden bahseder. Arthur karakterinin buradaki durumda babası yok ancak yine de baba figürü yerine konulan bir kişinin olması, Freud'un bahsettiği dövülen çocuğun bir başka çocuğa (Joker'e) dönüşmesi durumu aynı şekilde Arthur'un hikayesi içinde geçerli. 




Karanlıkta Kahkaha
Öfke nöbetlerinden muzdarip olan Arthur avuç dolusu ilaç içerek ve bu öfkeyi kahkaha şeklinde dışa vurarak yansıtmaktadır. Bireysel psikoloji ekolünün kurucusu ve psikoloji biliminin üç büyük isminden birisi olan Alfred Adler, 'Sorunlu Okul Çocuğu' eserinde çocuğun geçirdiği öfke nöbetlerini zekanın belirtisi olarak yorumlar. Amacı olanın öfkeye kapıldığı; "Savaşmak ve zaferi kazanmak, zaferi kazanarak onun kıvancını, haz ve doyumlarını tatmak" istemesi olarak yorumlar. Tıpkı zekasına yediremediği bir hayat yaşamaya mahkum olan ve bunu dışarıya öfke nöbetleri olarka yansıtan Arthur gibi.  Yönetmen Todd Philips kahkaha/gülme unsuruna önemli bir gönderme daha yapar şöyle ki; 'Joker' filminin tanıtım fragmanında duyulan şarkı Charlie Chaplin tarafından (1936 yapımı 'Modern Times' filmi için) bestelenen 'Smile'dır.




Aynadaki Adam Joker
Metroda tacize uğrayan yolcu kadını son sahnede takside palyaço maskesiyle görüyoruz. Bu sahneden Arthur'un başlattığı anarşizmin aslında yozlaşmış ve çürümüş bir şehir olan Gotham City'e bir umut ışığı doğurduğunu işaret ediyor ve bu süreçte Joker artık bir kötü karakter olmanın ötesine geçerek bir sembole dönüşüyor. Mağdur ve ezilen Gotham halkı palyaço maskesinin ardına gizlenerek ve bürünerek bir bakıma kendilerine umut ışığı buluyor. Aynaya baktıklarında kendi dışlanmış suretleri yerine yeni kahramanları Joker'i görüyorlar. 1957 yılında 'Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Fransız yazar ve filozof Albert Camus, 'Başkaldıran İnsan' adlı deneme kitabında "İnsanların birbirlerine bağlılığı başkaldırı edimine dayanır, bu edim de ancak bu uzlaşmada haklılık kazanır. İnsan varolmak için başkaldırmak zorundadır"der. Tıpkı Gotham City'nin acımasız şehrinde umut arayan insanların filmin sonunda palyaço maskeleri sayesinde bir araya gelmesi gibi. Burada Arthur artık (Rus filozof Pyotr A. Kropotkin'in bahsettiği) demirden köle değil acılarla bezenerek evrildiği bir sembole dönüşmüştür.





Joaquin Phoenix'in destansı oyunculuğu ve Todd Philips'in postmodern tarzda bir yorumla izleyiciye sunduğu 'Joker' filmi kesinlikle görmeye değer bir yapım. 

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY






4 Ekim 2019 Cuma

MIDSOMMAR


Ari Aster
'in yazıp yönettiği Midsommar ilk seyirde izleyici üzerinde büyük bir anlamsal boşluk bırakıyor. Çünkü yönetmen, günümüz korku filmlerinin önde gelen isimlerinden biri ve konunun alışılagelen korku yapımlarından farklı olması kafada soru işaretlerine neden oluyor. Çünkü korku-gerilim türünde olmasına rağmen filmin başından sonuna gündüz ve güneş hakim. Ayrıca anlam verilemeyen ayin ve ölümler gerçekleşiyor ve devamlı olarak karakterlerde toplu halde anlamsız bir ağlayış mevcut. Taşların yerine oturması için filmin ütopik bir yapıya sahip olduğunu izlemeden önce bilmek gerekli. Öteki türlü anlamsal boşluklarla karşılaşmamak mümkün değil. 




Ritüel Konusu
Genç çift Dani ve Christian, aralarını düzeltmek için çabaladıkları sırada İsveç'te küçük bir köyde düzenlenen Midsommar festivaline katılacağını duydukları üniversite arkadaşlarına eşlik ederler. Ancak burada onları düşündüklerinden farklı bir karşılama seremonisi bekliyordur. Ari Aster'in yazıp yönettiği Midsommar filminin oyuncuları arasında; Florence Pugh, Jack Reynor, Vilhelm Blomgren, William Jackson Harper, Will Poutler ve Ellora Torchia var.




Yeryüzünde Bir Cehennem: Midsommar

Ari Aster, ütopya temasına sahip eserleri merkezine almış ve bunları korku unsurlarıyla bezenmiş bir hikayeye dönüştürmüş. Ütopya yani hayali yer kavramı kutsal kitaplardan başlar; (Tevrat'ta Eden Bahçeleri) ve düşünce tarihinde önemli filozoflar (Platon- Devlet, Thomas Moore -Ütopya, Francis Bacon- Yeni Atlantis ve William Morris-Hiçbir Yerden Haberler gibi) birçok eserde derinlemesine işlenir. Ancak Midsommar'ın yapı olarak en çok benzerlik gösterdiği yapıt İtalyan Tomasso Campanella'nın Güneş Ülkesi eseri. Filmde festivaldeki her birey beyaz giyiniyor hatta ziyarete giden üniversite öğrencilerine bile beyaz kıyafetler giydiriliyor. Tıpkı Tomasso Campanella'nın kitabında tüm bir Güneş ülkesinin beyaz giydiği gibi. Ayrıca filmin tamamında güneş hakim olmasıda Güneş Ülkesi eserine büyük bir gönderme içeriyor.


Ağlama Ayini

Üniversite öğrencileri film boyunca farklı ve anlam veremedikleri ayinlerle karşılaşıyorlar (Yaşlıların kendini uçurumdan atarak intihar etmesi gibi). Ayrıca bu ayinler sonrasında toplu olarak yapılan ağlama ritüelleri gerçekleşiyor. Campanella, Güneş Ülkesi'nde tıpkı Midsommar'da olduğu gibi büyük başkanlar tarafından yönetiliyor. Bu başkanlar topluluğa kimin kendini kurban etmek istediğini sorarlar ortaya çıkan kişileri Tanrı'ya kurban olarak adarlar bu kurbanlar kentin bağışlanması, korunması ve her daim Tanrı'nın yol göstermesi için birer adaktır. Bu ritüele tüm halkın katılması gerekir ve ardından ağlar ve Tanrı'nın öfkesinin yatışması için dua ederler aynı Midsommar'da bulunan benzer sahneler gibi.


İlahi Element Ateş

Filmde bir diğer anlaşılamayan unsur ateş ayini. Anlamsız bir biçimde belirlenen kişiler ateşte yakılmaya mahkum oluyorlar. Tomasso Campanella'nın eserinde ise Güneş Ülkeliler ölülerini toprağa vermek yerine ateşle yakarlar. Ateşe atarak ölüleri bu soylu elemente dönüştürürler yani güneşten doğmuş olanı tekrardan ateşe ve güneşe döndürdüklerine inanırlar. Bu şekilde mezar bırakmayarak putperestlikten uzaklaşmış olduklarına inanırlar.

Klişe korku filmlerinden bıkanlar için Ritüel (Midsommar) doğru adres. Toplu ayinlerdeki sesler kulaklarınızdan günlerce çıkmayacak şekilde yankılanıyor. Hikayesi devamlı gün ışığında geçmesine rağmen korkutmayı ve seyirciyi yerinden zıplatma cesaretini gösteren bir yapım.


İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY

29 Eylül 2019 Pazar

AYIN GÖLGESİNDE (IN THE SHADOW OF THE MOON)


AYIN GÖLGESİNDE

Netflix'in bilim kurgu-polisiye türündeki filmi 'Ayın Gölgesinde' izleyiciyi bilinmeyenin derinliklerine doğru heyecanlı ve aksiyon dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Seyirciyi her anında soluksuz bırakan cinste bir hikaye olmasının yanı sıra akıl sınırlarını zorlayan ve algınızı yerle bir eden de bir yapıya sahip.  Zaman yolculuğu filmlerine farklı bir tat getiren 'In The Shadow Of The Moon', izledikten sonra hiç aklınızdan çıkmayacak. Farklı zaman dilimlerinde geçen hikayeyle bezeli olan film her daim karşılaşamayacağınız türde bir yapım.
'Gregory Weidman' ve 'Geoffrey Tock'un yazdığı ve 'Kim Mickle'ın yönettiği filmin oyuncu kadrosunda; 'Boyd Holbrook', 'Cleopatra Coleman', 'Bokeem Woodbine' ve 'Michael C. Hall' yer alıyor.






Geleceği Geçmişin Kıvılcımlarında Aramak

ABD'nin Philadelphia eyaletinde polis memurluğu yapan Thomas Lockhart, dedektifliğe yükselme hayaliyle yanıp tutuşmaktadır. Bir anda eyaletin farklı noktalarında sebebi belirsiz olan ölümler baş gösterir. Lockhart'ın incelemesi sonucunda cesetlerin ortak bir noktası ortaya çıkar. Her cesedin ense bölgesinde üç adet açıklanamayan iz bulunur. Bu işaretlerin ne anlama geldiği konusunda kimsenin bir fikri yoktur. İz sürme konusunda usta olan Lockhart, cinayetleri işleyenin bir seri katil olduğunu tespit eder ve peşine düşer. Ancak bu zanlı alışılagelenin aksine ne yakalanarak ne de öldürülerek durdurulamaz ve her dokuz yılda bir tekrardan ortaya çıkar. Bu akıl almaz durum Thomas Lockhart'ta bir takıntı haline gelir. Artık katili yakalamayı ve gizemi çözmeyi her şeyini kaybetme pahasına da olsa göze alır.




Bulanık Bilinçler

Filmdeki polis memuru Thomas Lockhart, katilin peşine düştüğünde birkaç defa aynı mücadeleyi verir. Çünkü katil akıl almaz bir şekilde her dokuz yılda bir tekrardan ortaya çıkar. Konu anlamında bakılacak olursa Amerikalı bilim kurgu yazarı Philip K. Dick'in 'Yüksek Şatodaki Adam' kitabıyla benzerlikler taşımakta. PKD'nin romanında geçmiş zaman üzerinde oynanarak geleceği inşa etmeyi amaçlayan bir yapı mevcuttu. Tıpkı 'Ayın Gölgesinde' filminde olduğu gibi. Peki bu ne kadar mümkün? Fransız filozof Henri Bergson 1893 yılında  Henri IV Lisesi'nde 'Metafizik Dersleri' başlığı altında verdiği 'Zaman' dersinde bu konuya şu şekilde bir açıklık getirir; "Sınırsız olduğunu söyleyebiliriz fakat sonsuz ve sınırsız kavramları burada uygun düşmez zira süre büyüklükten pay almaz, ayrıca homojen bir şey de değildir. Tarih tekerrür etmez, varlığımızın tamamen özdeş iki anı yoktur." der. Ancak zaman makinesiyle bu olaya müdahale edebilir miyiz sorusuna yanıt ise filmin içerisinde saklı. 




Thomas Lockhart'ın durdurulamaz haldeki katile olan takıntısı ve üzerinden yıllar geçmesine rağmen olayın peşini bırakmaması bana Abraham Lincoln'ün şu sözünü anımsattı; "Bazılarını her zaman, herkesi bazen ama herkesi her zaman aldatamazsın."

Ayın Gölgesinde, sıkı bir bilim kurgu - polisiye filmi. Özellikle baba kız arasındaki ilişkinin bir takıntı uğruna kırılmaya uğraması çok güzel işlenmiş. Zamanda yolcuğa ve onun kelebek etkisine inanıyorsanız bu film tam sizin için biçilmiş bir kaftan.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY



21 Eylül 2019 Cumartesi

AD ASTRA


 Brad Pitt'in kariyerinin en iyi performansını sergilediği sloganıyla lanse edilen 'Ad Astra' izleyiciyi görsel açıdan etkisi altına alacak güzel bir bilim kurgu yapımı. Ad Astra'nın merkezinde arayış ve bir yolculuk hikayesi bulunuyor. Filmde astronot Roy McBride'in (Brad Pitt), yıllar önce çıktığı uzay yolculuğundan haber alamadığı astronot babası H. Clifford McBride'in (Tommy Lee Jones) izini sürmesi anlatılıyor. Hikaye ve yolculuk boyunca Roy'a iç sesi ve flashbacklerle tanıdığımız eski eşi Eve (Liv Tyler) eşlik ediyor. Aynı zamanda efsane oyuncu Donald Sutherland'ın hayat verdiği Thomas Pruitt karakteri Roy'un destek aldığı insanlar arasında bulunuyor. 

Senaryosunu James Gray ve Ethan Gross'un kaleme aldığı filmin yönetmen koltuğunda James Gray yer alıyor. Oyuncu kadrosunda; Brad Pitt, Liv Tyler'ın yanı sıra usta  oyuncular Tommy Lee Jones ve Donald Sutherland bulunuyor. Filmin bütçesi 80 milyon dolar.


Yıldızlara Doğru

Film çok uzak olmayan bir yakın gelecekte geçiyor şöyle ki güneş sistemimizdeki gezegenlere örneğin Kızıl Gezegen diye anılan Mars'a insanlık artık iyice yerleşmiştir ve diğer gezegenlerde başka yaşam formları arayışındadır. Bu atılımın da en büyük öncüsü H. Clifford McBride'dir. Fakat film süresince yönetmen hangi zaman diliminde geçtiğine pek değinmiyor. Daha çok izleyiciyi olaya yani hikayeye dahil etmek isteyen deneyim sinemasına odaklanıyor.




Yıldızların Sonsuz Feryadı
 Ad Astra'da yerçekimsiz ortamda yapılan yolculuğun insan bedeni üzerindeki mental ve fiziksel yıkımına (Tommy Lee Jones'un müthiş performansı sayesinde) H. Clifford McBride karakteri üzerinden tanık oluyoruz. Karakter evreni insanın emrine zapt etme uğraşısının tüm felaketini izleyiciye gösteriyor. Öyle ki bakışlarında dahi bu hissiyatı size adeta yaşatıyor. İzleyici uzaydaki hiçliğin sonsuzluğunu ve yalnızlığını tüm boyutlarıyla kucaklıyor. Brad Pitt'in büyük bir ustalık sergilediği karakter oğul Roy McBride ise babasının karakterine tam bir tezat oluşturarak adeta bağırarak değil sessizliğimle direneceğim diyor. Roy'un iç sesi size yalnızlığın uzaydaki egemenliğini daha da kucaklatıp benimsetiyor.




Astral Bir Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
Germen kökenli olan Rus Biçimcilerinden Vladimir Propp; semiyotik, etnoloji, halkbilim, anlatı çözümlemesi vb. alanlarda önemli çalışmaları bulunan çağımızın önemli bilim adamlarındandır. Propp, Masalın Biçimbilimi adlı çalışması çok büyük önem taşır çünkü onun işlev kavramı anlatı türler için bulunmaz bir nimettir. Propp burada 31 işlev belirler ve bu işlevlerin alt türleri vardır. Benim değinmek istediğim Propp'un 'XI. Kahraman Evden Ayrılır' başlığı burada; kahramanın (bizim öykümüzde Roy McBride) gidişi yani evden ayrılışının burada başka bir şeyi sembolize ettiğini belirtir. Birinci anlamı arayış, ikinci anlamı ise araştırma amacı olmaksızın yola çıkarken kendisini her çeşit serüven beklemektedir. Tıpkı Ad Astra filminde Roy McBride karakterinin babasını bulma umuduyla evden ayrıldığında başına gelenler ve bu uğurda atıldığı maceralar gibi.



Zaman Fenomenolojisi
Fransız felsefeci Paul Ricoeur, "Tarih, geçmişteki insanların yarattıklarının bilinmesidir"der. Ancak 'Ad Astra' filminde baba H. Clifford McBride karakteri adını tarihe yazdırmak için geleceğe uzanıyor ve adını insanlık tarihine kazımak için her şeyini feda ediyor. Paul Ricoeur'un zaman fenomenolojisini anlattığı başyapıtı 'Zaman ve Anlatı; anlatıların varoluşunu, işleyişini çözümlemeyi amaçlayan yorumbilim ve anlatıbilim araştırmalarının temel kitaplarındandır. Kitabın ikinci cildi olan 'Tarih ve Anlatı'da "Tarihçi açısından zamanı yaratacak olanın tam da zamanın temsili olması"ndan bahseder. Filmde H. Clifford McBride aslında zamanın temsilidir. Çünkü neyin kalıcı olup olmayacağına zaman karar verir. Tıpkı tarih yazma çabasında kendisini zamanın içerisinde kaybeden ve benliğini yitiren H. Clifford McBride gibi.


Film genel olarak bilim kurgu filmi olmasının yanı sıra alışa gelenin aksine fazlasıyla yoğun bir işleyişe sahip. Bu da izleyiciyi yoruyor. Ad Astra'da Kubrick vari deneyim filmine kayan bir anlatı mevcut. Açılış sekansı (istasyon kazası ve düşüş) klasik tabirle yürekleri ağıza getiriyor. 

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY



17 Eylül 2019 Salı

POSTMODERN BİR SİMULASYON CENNETİ: 'PARADISE HILLS'



 Emma Roberts, son dönem genç oyuncular arasında sivrilip hızla yükselişe geçen bir oyuncu oldu. İlk adını duyurması Julia Roberts'ın yeğeni ve Eric Roberts'ın kızı olmasıyla başladı. Ancak  Emma bu kan bağının ardına saklanmak ve gücünü bu bağdan almak yerine 'American Horror Story' gibi büyük yapımlarda oynayarak kendini kanıtladı. Şöhret basamaklarını hızla tırmanan bir genç yıldız oldu. Emma Roberts bu defa da karşımıza feminist bir konuyu işleyen Paradise Hills filmiyle çıkıyor ve Roberts'a Beşinci Element'in kızıl güzeli Leeloo yani Milla Jovovich eşlik ediyor.
Postmodern ve yenilikçi görseller eşliğinde sunulan Paradise Hills'in yönetmenliğini doksan doğumlu genç Alice Waddington üstleniyor. Paradise Hills, bilim kurgu severlerin kaçırmaması gereken bir yapım.




Paradise Hills Konusu
 Uma'nın (Emma Roberts) hayatı babasının intiharı ve milyarder Son Prescott'ın babasının şirketini ele geçirmesiyle alt üst olur. Son Prescot bununla da kalmayıp kafaya Uma'yla evlenmeye takar. Uma bir sabah uyandığında kendisini izole bir adada bulur. Annesi evlenmek istemeyen kızı Uma'yı Paradise Hills adlı rehabilitasyon merkezine göndermiştir. Burası ailelerin çocuklarını kendi istedikleri şekle sokmak için gönderdikleri bir tür rehabilitasyon merkezidir. 




Vaat Edilen Cennet Gerçekte Bir Cehennem Midir?
Filmde ebeveynler istedikleri şekle girsin diye çocuklarını ıslah eden ve beynini yıkayan bir mekanizma olan Paradise Hills'e dünyaca para yatırıyor. Film burada aslında bir bakıma yeryüzünde cennet kurma iddiasında olan çağımızın totaliter rejimlerine göndermede bulunuyor. Çocuklara zihinsel bir deli gömleği giydiren Paradise Hills şirketi gizemli bir düşes (Milla Jovovich) tarafından yönetiliyor. Güzellik bakımları, yoga, diyetler ve terapi gibi onlarca etkinlikle kızları (adeta bir eşyaymışçasına) söz verilen ve istenilen şekle sokmayı vaat ediyor. Kızları denetim altına alan ve şekle sokan bir sistem olan 'Paradise Hills' güzel işlenmiş bir feminist distopya (gişe filmi) örneği.




"Ayna Ayna Söyle Bana"
Filmde düşes tarafından sözde varoluşçuluk yalanları altında kızların beynini yıkayarak istenilen kavram genç beyinlere empoze ediliyor. Sanki düşünceye kendileri kapılmışçasına bir kandırmacaya maruz kalıyorlar. Düşes karakteri Uma ile bahçede gerçekleştirdiği sohbeti sırasında cevaplar için aynaya bakmasını ima ediyor ve şöyle diyor: "Tamamen kendimiz olduğumuzda en iyi halimize kavuşmuş oluruz. Ayna terapisi kendi hikayeni sahiplenmekle alakalı. Seni sen yapanı hatırlamakla alakalı. Sadece senin bileceğin şeyleri." Buradaki geçen diyalogta gizliden de olsa yani alt metninde Lacan'ın ayna kuramı yatıyor. Şöyle ki; Ayna Umberto Eco'nun deyimiyle "Ayna düşsel olanla simgesel olanı birbirinden ayıran sınırları çizen bir eşik-olgudur." Lacan'ın kuramında; altı ya da sekiz aylık bir bebek kendisini ilk gördüğünde görünüşünü gerçeklikle karıştırır ve devamında kendi görünüşü olduğunun ayrımına varır.

Genç kuşak izleyici kitlesine hitap eden film, gişe filmi olmasına nazaran izleyiciyi bambaşka dünyalara yolculuğa çıkartıyor. 

İYİ SEYİRLER DİLERİM

EFE TEKSOY




11 Eylül 2019 Çarşamba

STEPHEN KING 'O BÖLÜM 2' (IT CHAPTER 2)




STEPHEN KING SİNEMASINDA DOĞAÜSTÜ KORKU 'O BÖLÜM 2'

Stephen King'in 'O' (IT) adlı korku- gerilim romanından uyarlanan filmin ikinci bölümü vizyona girer girmez rekorla açılış  yaptı. Dünya genelinde vizyona girdiği ilk üç gün içerisinde 185 milyon dolar hasılat elde eden film Türkiye'de de vizyona girdiği ilk hafta sonunda 126 bin 520 kişi tarafından izlendi. Bu şekilde (Türkiye'de) tüm zamanların en iyi korku filmi açılış rekorunuda elde etmiş oldu.




'O BÖLÜM 2' KONUSU

İlk bölümde bir grup okulun looser diye tabir edilen ezik/kaybeden öğrencilerini Pennywise adlı kötülükle beslenen palyaçoya karşı verdikleri amansız mücadeleyi izlemiştik. ilk bölümden  27 yıl sonrasında geçen ikinci bölümde ise gençler bu defa yetişkin halde ve artık palyaçoyu geldiği yere yani kötülüğün kalbine geri göndermeye kararlılar.





STEPHEN KING'IN KORKU EVRENİNDE SEMBOLİZM OLARAK KANIN İŞLEVİ

Film öykü süresince kırmızı ton ağırlıkta ilerliyor. Pennywise'ın elinde tuttuğu kırmızı balondan tutunda üzerindeki kıyafete varana kadar kan için göstergebilimsel şekilde kana bir gönderme mevcut.
ikinci bölümde tekrardan Pennywise adlı korkunç palyaçonun kurbanlarını acımasızca katlettiğine tanık oluyoruz. Öyle ki kabuslarında bile peşini bırakmadığı kurbanlarının kanını akıtmadan rahat etmiyor. Pennywise'ın tek besini kan ve korku.




Her bir karakterin kendi sınavını verdiği döngüde kan büyük bir işleve sahip. Günümüzün en büyük korku yazarlarından Stephen King, 'Yazma Sanatı' adlı kitabında; eserlerinde işlediği kan'ın işlevini detaylı bir şekilde açıklar; Kanın güçlü bir şekilde kurban verme fikriyle bağlantılı olduğunu, Hristiyan dininde (pek çok diğer dinde de olduğu gibi) günahın ve kurtuluşun simgesi olduğunun altını çizer. Kan için değindiği bir diğer işlev ise kadınlar için fiziksel olgunluğa erişme ve doğurma yeteneğini kazanması. Burada bahsedilen sembolik anlamın filmde çok büyük bir öneme sahip çünkü izlediğimiz ikinci bölümde çocukların artık birer yetişkin olduğunu görüyoruz. Yani bu defa akan kan yetişkin kanı bu da demek oluyor ki çocukların kanını akıtmaya alışık olan Pennywise bu sefer alışık olmadığı bir şeyle mücadele ediyor.
 




USTALARA SAYGI

Yönetmenliği Andy Muschetti'ye ait olan filmin senaryosu Gary Dauberman'a ait. Oyuncu kadrosunda Jessica Chastain, James McAvoy, Bill Skarsgard, Isaiah Mustafa, Jay Ryan, Andy Bean ve Bill Hader bulunuyor. 'O Bölüm 2' filmi korku severlerin kaçırmaması gereken bir yapım. Korkutucu unsurların yanı sıra günümüz görsel efekt teknolojisi sayesinde korkunç yaratıklar daha gerçekçi ve daha ürkütücü. Yönetmen sizi her seferinde sizi yerinizden zıplatmayı başarıyor. Ayrıca filmde Xavier Dolan ve Stephen King camelou saygı duruşu sahneleri de mevcut. 

İYİ SEYİRLER DİLERİM

EFE TEKSOY