29 Şubat 2020 Cumartesi

SAPLANTININ GÖRÜNMEZ HALİ: INVISIBLE MAN



İngiliz klasik bilim kurgu yazarı Herbert George Wells'in 1897 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan eser, beyazperdede yerini aldı. Bilim kurgu romanından uyarlanmasına rağmen (romandan farklı olarak); OKB (obsesis kompulsif kişilik bozukluğu) yani takıntı hastalığına sahip bir bilim adamı Adrian Griffin'in, Cecilia Kass adlı kadına olan delicesine saplantısını konu alıyor. Öyle ki; bu durum Cecilia'nın hayatını yaşanmaz hale sürüklüyor. Evden dışarı adımını atacak cesareti dahi bulamayacak hale geliyor. Romanda hikaye görünmez adam Adrian Griffin üzerinden ilerlerken filmde kadın karakteri merkezine alan bir öykü anlatılıyor. 'The Handmaid's Tale' dizisinde canlandırdığı Offred/June Osborne karakteriyle gönlümüzde taht kuran Elisabeth Moss, sergilediği muhteşem performansıyla adeta filmi tek başına alıp götürüyor.




GÖRÜNMEZ ADAM KONUSU

Adrian Griffin çok zengin ve akıllı bir bilim adamı olmasının yanı sıra şiddet ve kontrol manyağıdır. Cecilia Kass'i aşırı denetim altına alarak evde hapis hayatı yaşatmaktadır. Cecilia bir gece plan yapar ve fırsatını bulup kaçar ve Adrian'dan saklanır. Bir gün Cecilia, Adrian'ın ölüm haberini alır ve büyük bir servete konduğunu öğrenir. Ancak kimsenin göremediği biri tarafından takip edildiğini umutsuzca açıklamaya çalışır. Etrafındakilerin inanılmaz tesadüfler sonucunda ölümleri ve bu olayları kanıtlayamaması aklını yitirecek duruma getirir.
Yönetmenliği ve senaristliği Leigh Whannell'e ait olan filmde; (Altın Küre Ödülü ve Emmy Ödülü sahibi) Elisabeth Moss, Oliver Jackson-Cohen, Harriet Dyer, Aldis Hodge ve Storm Reid  yer alıyor.






DARK UNIVERSE

Universal Pictures
klasik canavar filmlerini yeni nesiller için tekrardan beyazperdeye uyarlama kararı aldı. “Dark Universe” adını verdiği bu yeni girişimin ilk filmi Tom Cruise'un başrolünde yer aldığı 2017 yapımı 'The Mummy'di. Filmi yazıp yöneten Leigh Whannell, stüdyoya Görünmez Adam karakteri için dehşet unsurlarının hakim olduğu yeni bir fikirle geldiğinde yapım şirketi bu görüşten çok memnun olmuş ve hemen uyarlamaya karar vermiş.





BABİL KİTAPLIĞI

Büyülü gerçekçilik akımının en büyük isimlerinden Arjantinli yazar Jorge Luis Borges, İtalyan sanat yayıncısı Franco Maria Ricci'yle çalışarak kendi tercihlerine göre dünya edebiyatından seçtiği kitaplar 'Gerçeküstü Edebiyat'ın en önemli serisi olarak kabul edilir. Borges, bu seriye Herbert George Wells'in 'Duvardaki Kapı' adlı öykü kitabını da ekler. Wells'in kitabı için yazdığı önsözde Görünmez Adam eserine de değinir; "Wells, fantastik bir öykünün tek bir fantastik olayı içermesi gerektiği düşüncesindeydi... Wells, Görünmez Adam'da yalnız, görünmez bir adamı anlatır." der. Leigh Whannell'in yazıp/yönettiği filmde ise Borges'in bu görüşüne kısmen uyduğunu görüyoruz. Çünkü Whannell, filmde görünmez adamın gücüne olası geleceğin sunduğu nimetlerden faydalandırarak ulaştırıyor. Romanda bulunan Griffin karakterinin görünmezlik süreci filmde bulunmuyor. Film izleyiciye kadın karakteri merkezine alan bir anlatım sunuyor. Leigh Whannell'in 'Görünmez Adam' karakterini izleyicilere yenilikçi bir yaklaşımla sunması, defalarca beyazperdeye aktarılan hikayenin klişe görüşten kurtulmasına neden oluyor. 1910'da 'Madrid Merkez Üniversitesi'nde Metafizik Profesörü olan İspanyol filozof José Ortega Y Gasset, gazete/dergi ve kitaplarındaki yazılarıyla İspanya'da kültür, sanat ve edebiyatı canlandırma ve popülerleştirme hareketinde önemli bir rol oynadı. 1925 yılında döneminin edebiyatı ve sanatı üzerine düşüncelerini ortaya koyduğu denemelerinde; kitap ekonomisinin gerilemesi gözleminden yola çıkarak roman türünün krize girme nedenini sorgular. Netice olarak; yeni türde hikayeler üretmenin olanaksızlaşması ve öykülerin tekrara düşmesinin de bezginliğe yol açtığı sonucuna ulaşır. Gasset'in bu görüşü aslında tekrara düşmek istemeyen Görünmez Adam'ın yönetmeni Leigh Whannell'in yaptığı işin mantığını doğruluyor.




Romanına aşina olanların biraz hayal kırıklığı yaşayacak olmasına rağmen diğer yandan korku ve gerilim seven izleyicilerin hayran kalacakları türde bir yapım. Film süresince kalp atışlarınıza hakim olamayacağınız ve her an "Şimdi ne olacak?" hissiyatı yaşamak istiyorsanız 'Görünmez Adam' sizin için biçilmiş bir kaftan.


İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY

13 Şubat 2020 Perşembe

KİRPİ SONIC İLE ÜTOPYALAR DİYARINA YOLCULUK





Japonya merkezli dev oyun şirketi 'Sega'nın dünya çapında satış rekorları kıran video oyunundan uyarlanan 'Kirpi Sonic (Sonic The Hedgehog)' filmi vizyondaki yerini aldı. Filmde usta komedyen/oyuncu Jim Carrey 'Dr Robotnik' adlı kötü karakteri canlandırıyor. Jim Carrey, kariyerinde ilk defa bir video oyunundan uyarlanan filmde yer alıyor. Bunun sebebi ise kızı Jane Erin Carrey'nin ısrarı, çünkü kızı küçüklüğünde 'Sonic The Hedgehog' oyunlarının büyük bir hayranıydı. 85 milyon dolar bütçeyle çekilen, canlı aksiyon/ live action türündeki Kirpi Sonic; komedi, macera ve aksiyonun birlikte harmanlandığı bir aile filmi.





KİRPİ SONIC KONUSU

Farklı boyuttaki ütopik gezegenden gelen mavi kirpi Sonic, dünyadaki yeni evini benimsemeye çalışmaktadır. Dost canlısı olmasına rağmen dünyadaki insanlardan korkar ve saklanarak yaşamını sürdürür. Ancak bu çok uzun sürmez. Çünkü koştuğunda sınırsız bir hıza ulaşması gibi üstün yeteneklere sahip olması onun fark edilmesine sebep olur. Bu üstün gücü öğrenen şeytani Dr. Robotnik, Sonic'i ele geçirme çalışmalarına başlar. Ancak Sonic, tanıştığı arkadaşı Tom'u da yanına alarak Dr. Robotnik'in kötü planlarına karşı dünyayı savunacaktır.

Yönetmenliğini Jeff Fowler'ın yaptığı filmin oyuncuları arasında; Jim Carrey, James Marsden, Tika Sumpter, Lee Majdoub ve Ben Schwartz (Sonic'i seslendiren) yer alıyor.





ÜTOPYA ADACIKLARI VE COCAGNE DİYARI

Kirpi Sonic'in doğup büyüdüğü gezegen ütopik bir adaya ev sahipliği yapıyor. Burada adeta bir hayaller ülkesinde yaşamaktadır. Sonic doğduğu adanın içerisinde aradığınız her şeyin mevcut olduğundan bahsediyor; nefis kumsallar, görkemli şelaleler gibi. Ayrıca okul olmadığını sadece eğlencenin var olduğu gibi adanın ütopik özelliklerinden bahseder. Burada her ne kadar ütopik bir ada betimlense de okul yerine saf eğlencenin konulması başka bir çağrışım yapıyor. Fransız filozof Paul Lafargue, ironik bir dille kaleme aldığı eseri 'Tembellik Hakkı'nda 'Cocagne Diyarı'ndan bahseder. Cocagne Diyarı; Avrupa kültüründe, doğanın çok bonkör olduğu, yaşayan insanların kötülük, açlık ve savaş gibi şeyleri bilmediği düşsel bir yeryüzü cennetidir. Tıpkı Sonic'in çocukluğunu geçirdiği ada gibi.






Mavi kirpi Sonic'in yaşadığı ada ütopik bir yeryüzü cenneti olsa da her ütopyanın distopyaya dönüşeceği gibi orada da vahşi hayvanların Sonic için bir tehdit oluşturduğunu görüyoruz. Sonic istemese de dünyaya gelmek zorunda kalıyor. Roma'nın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamlarından birisi olarak anılan Marcus Tullius Cicero, siyaset kuramının en önemli ve etkili metinlerinden olan 'Devlet Üzerine (De Re Publica)'de; sitelerinde gerçekleşmiş olan en büyük ve en bilge insanların yaptığı tartışmayı aktarır. Bu tartışmada Scipio karakterinin diyalogunda önemli bir cümlesi vardır; "İnsan kendi başına kalamayan bir türdür, aksine her şeye çokça sahip olsa da." der. Filmde insan suretine benzetilen ve aynı insan gibi konuşan, hal ve tavırlar sergileyen Sonic karakterinde de bu tespitin geçerli olduğunu görüyoruz. Çünkü Sonic dünyada insanlarla tanıştıktan sonra yalnızlık çekeceği mantar diyarına gitme kararından vaz geçer.



ÜTOPYA DENEN ARZU

Sonic'in, vahşi hayvanların tehdit oluşturması sonucu dünyaya gelmek zorunda kalmasının alt metninde şöyle bir mesaj yatıyor: "Her ütopya sonunda bir distopya'ya dönüşme eğilimindedir." Örnek verecek olursak; Duke University’de Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü ve Duke Center for Critical Theory adlı kuruma bağlı Edebiyat Yüksek Lisans programının başkanı olan Fredric Jameson, Marksizm, yazın-kuramı, post-yapısalcılık ve ayrıca postmodernizm üzerine çok sayıda çalışması bulunan bir akademisyendir. Fredric Jameson'ın ütopya alanındaki en önemli eseri ise 'Ütopya Denen Arzu' adlı kitabıdır. Bu kitapta "Ütopyalara olumlu beklentilerle, sanki onlarda mutlu dünyalar, tatmin ve işbirliği uzamları, türsel olarak ütopyadan ziyade idile ya da pastorale denk düşen temsiller varmış gibi yaklaşmak hata olur." der. Tıpkı filmin başında Sonic'in yaşadığı cennet vari ada'da gördüğümüz gibi. Mutlu bir görünümde olan ada tehdit unsurları barındırmaktadır. Filmde de Jameson'ın bahsettiği, "Ütopyalara olumlu beklentilerle yaklaşmak hata olur." gizli mesajı yatıyor.





SONSUZ YARIŞ VE ZENON PARADOKSU

Mavi kirpi Sonic, bir sahnede yolda gördüğü kaplumbağayı arabalar tarafından ezileceği sırada kurtarır. Ardından eline alarak koşmaya başlar ve kaplumbağanın hiç bir zaman ulaşamayacağı düzeyde bir süratte yolculuk ettirir. Burada aslında 2500 yıllık bir geçmişe sahip olan, felsefe tarihinde ürettiği paradokslarıyla ünlü (Parmenides'in Tilmizi) Antik Yunan filozofu Elealı Zenon’a gönderme yapılıyor. Zenon'un gönderme yapılan paradoksu ise; 'Akhilleus ve Kaplumbağa Yarışı'dır. Bu hikayede (kısaca); kaplumbağa ile yarışa giren Akhilleus, ondan daha hızlı koşacağını düşündüğü için yarışta kaplumbağaya avans verir. Ancak Akhilleus, kaplumbağanın aldığı yolu tamamlamak için her zaman bu yolun önce yarısını koşmak zorunda olduğundan ve her seferinde kaplumbağa daha da ileri gitmiş olacağından bu yarışın sonsuza kadar devam edeceği ve asla yetişemeyeceği tartışması yapılır. Bu tartışma öyle uzun yıllar boyunca güncelliğini korur ve büyür ki; Aristoteles'ten, Henri Bergson'a, John Stuart Mill'e kadar onlarca filozof aksini ispat etmek ve çürütmek için kafa yorar. Filmde ise bu paradoksa mizahi bir dille gönderme yapılıyor ve Sonic'in mi yoksa kaplumbağanın mı asıl yarış konusunda usta olduğu sorusunun altı çiziliyor.



ALTIN HALKALARIN GİZEMİ


Süratte sınır tanımayan mavi kirpi Sonic, ütopik adasından dünya'ya yolculuk ederken altın halkaları kullanır. Sonic'i yetiştiren 'Uzun Pençe' karakterinin verdiği bu altın halkalar, evrenler arasında bağ sağlayan bir çeşit anahtar niteliğinde. Sonic, elindeki altın halkayı fırlatıp hayal ettiği yeri söylediğinde karşısında o yere açılan bir geçit açılır. Alman filozof ve matemarikçi Gottfried Wilhelm Leibniz, Batı düşüncesinin temel taşlarından birisi olarak anılır. Leibniz, Descartes’ın cevher kavramından hareketle geliştirdiği monad teorisini içeren kitabı 'Monadoloji'de; "Monadlar, doğanın asıl atomları, tek kelimeyle şeylerin öğeleridir." der. Sonic'in kullandığı altın halkalar da, nasıl ki monadlar doğanın asıl atomları olarak büyük bir öneme sahipse altın halkalar da o şekilde filmdeki en önemli element ya da nesne olma özelliğine sahip. Aynı zamanda farklı anlamlar yüklenebilecek bir çeşit metafor olarakta yorumlanabilir. Filmde Sonic, tehlikeli durumlar için bir kaçış planı hazırlar. Şöyle ki; eğer Dünya'da bulunacak olursa altın halkaları kullanarak mantar dünyası adlı diyara geçecek ve orada yaşamını devam ettirecektir. Ancak mantar diyarına gitmeye hiç hevesli değildir çünkü orada dev mantarlar dışında hiçbir şey yoktur. Yani altın halkalar iyi yerlere geçiş sağlayabildiği gibi kötü mekanlarada geçiş sağlayabiliyor. Yunan felsefesinin en büyük isimlerinden Aristoteles'in felsefesi klasik antikçağın en büyük yaratılarındandır. Retorik adlı kitabının 3. cildinde, tüm metaforların birbiriyle benzeşmeyen şeyler arasında bir bağ kurma özelliğinden ortaya çıktığını belirtir. Tıpkı metafor olarak yorumlanabilecek altın halkaların birbirine benzemeyen yerler arasında bir bağ kurması gibi.  





NİHAİ SON GELDİĞİNDE


Kirpi Sonic, hikayenin başında Dünya gezegeninde tehlike yaşarsa hiç beğenmediği mantar diyarına gitmek zorunda olduğu düşüncesine sahiptir. Ancak sonrasında kötü karakter Dr. Robotnik'in oraya gittiğini ve Sonic'in Dünya'da kaldığını görüyoruz. Burada bir çeşit insanın Dünya'yı hayvana bıraktığı düşüncesi yatıyor. İtalyan filozof Giorgio Agamben, 'Açıklık: İnsan ve Hayvan' adlı kitabında; Fransız filozof Georges Bataille ile Rus doğumlu Fransız filozof Alexandre Kojève'ın karşıt tezleri üzerinden yorumlayarak insanın ve doğanın gelecekte bürünecekleri görünüş meselelerine değinir. Kojeve; 1938-1939 arasında verdiği bir derste, İnsan ırkının tarihin sonunda yok olacağını ve geriye ardında bırakılan her şeyin sanat, oyun, aşk vs. kalacağını söyler. Agamben ise bu duruma kitabında şöyle bir ek açıklık getirir; "Bataille ile Kojeve arasındak karşıtlık tam da tarihin sonunda yeniden hayvana dönüşecek olan insanın ölümünden sonra hayatta kalan 'artakalanın' neliğiyle ilgilidir... sırf hayvan yaşantısına teslim edilmek üzere insanüstü, olumsuz ve kutsal olmayı bırakması düşüncesidir. " der. Filmde de Dünya'da hayvanın (Kirpi Sonic'in) kaldığını insanın (Dr. Robotnik'in) Dünya'yı hayvana bırakarak başka bir evrene geçtiğini görüyoruz. Tıpkı Agamben'in (kitabında filozoflar aracılığıyla irdelediği)  insanlığın nihai sonu yaklaştığında yaşadığı gezegen Dünya'yı sanat ve hayvanlar gibi geriye kalan şeylere bırakacağını söylediği gibi.


MAVİ KİRPİNİN AİLESİ

Dünyaya gelen Sonic, Tom ve Maddie Wachowski ailesini uzaktan izler. Wachowski'leri öylesine benimser ki, aileyle derin ve duygusal anlamda bir bağ kurar. 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Britanyalı filozof ve matematikçi Bertrand Russell, kitabı 'Mutlu Olma Sanatı'nda; "İnsanın yapısı bugünün koşulları dışında incelenince açıkça görülür ki, annelik ve babalık duygusu psikolojik olarak mutlulukların en büyüğünü ve süreklisini verebilir." der. Filmin sonlarında Sonic'in, Wachowski'lerin evinde bir oda edindiğini ve bu şekilde ailenin bir ferdi olarak Russell'ın kitaptaki tespitindeki gibi mutluluğun en büyüğüne ulaştığını görüyoruz.



KAMERA ARKASI

- Filmin yapımcısı Tim Miller'a göre, filmde Sonic karakterinin vücudunun kürkle kaplanması, karakteri geçek dünyaya uyarlamanın en önemli parçasıydı.

- Yapımcı Tim Miller, Sonic'in film boyunca hızının ve gücünün arttığını çünkü bir nevi evrim geçirdiğini söylüyor.

- Filmin bütçesi 85 milyon dolar.





Kirpi Sonic; aksiyon, macera ve özellikle oyununa aşina olanların heyecanla izleyeceği bir yapım. 'Altın Küre Ödülü' sahibi efsane komedyen Jim Carrey'nin ustalığını konuşturduğu Dr. Robotnik karakteri kesinlikle görülmeye değer. Farklı bir maceranın içerisinde yer almak ve muhteşem bir 'live action' türünde film izlemek istiyorsanız Kirpi Sonic'i kesinlikle kaçırmayın. Film bittiğinde koltuğunuzdan kalkmakta acele etmeyin çünkü sizi şaşırtacak bir sürpriz son bekliyor.

İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY


11 Şubat 2020 Salı

FEMİNİZİMİN YIRTICI KUŞLAR'I VE HARLEY QUINN





Merakla beklenen 'Birds of Prey: And the Fantabulous Emancipation of One Harley Quinn' filmi vizyona girdi. 2016 yılında 'Suicide Squad' filmiyle ilk defa karşımıza çıkan Harley Quinn, bu defa bir origin üçlemenin ilk filmiyle karşımızda. Yönetmen Cathy Yan, Birds of Prey'i yöneterek bir süper kahraman filmi yöneten ilk Asyalı kadın oldu. Ayrıca 'Wonder Woman (2007)'ın yönetmeni Patty Jenkins'ten sonra DC filmi yöneten ikinci kadın. Görselin ön planda tutulduğu film, hikaye anlamında zayıf kalıyor. Ancak yine de süper kahraman filmleri hayranlarını aksiyon yüklü ve renkli bir yapımın beklediği söylenebilir.





YIRTICI KUŞLAR KONUSU

Harley Quinn, sevgilisi Joker'in terk etmesiyle arkasında bulunan gücü kaybeder ve intikam peşinde koşanlar için bir tür hedef tahtası haline gelir. Harley kendisini bu çıkmazdan kurtarmak için Gotham Şehri'nin yeraltı suç dünyasında 'Black Mask' olarak anılan Roman Sionis'e ait bir elmasın peşine düşer. Elması çalan Cassandra Cain adlı kıza ulaştığında kızın iyi birisi olduğunu öğrenir. Bu durum Harley'i fikrinden vaz geçirtir ve yanına; Huntress, Black Canary ve Renee Montoya'yı da alarak Black Mask'a karşı mücadeleye girişir.
Oyuncuları arasında; Margot Robbie, Mary Elizabeth Winstead, Jurnee Smollett-Bell, Rosie Perez ve Ewan McGregor yer alıyor.






FENİMİNİST RUHUN KADINLARI

Suicide Squad'taki Harley Quinn karakteri erkekler için bir tür arzu nesnesiydi. Bu durumdan ve giydiği kıyafetlerden başroldeki Margot Robbie özellikle rahatsızdı. O yüzden Harley Quinn karakteri Birds of Prey'de yeni bir görünüme kavuştu. Bu nedenle feminist bir anlatımın ağırlık taşıdığı filmde ana karakterlerin hiçbirisi etek giymiyor. Mizahla bezeli filmin temelinde aslında erkek egemen dünyaya karşı bir eleştiri var. 'Dinah Lance/Black Canary' karakterinin barda seslendirdiği James Brown şarkısı "It's a Man's Man's Man's World"te sözlere dökülüyor; "Bu bir erkeğin dünyasıdır, ancak bu dünya hiçbir şeydir bir kadın yada kız olmadan hiçbir şeydir." Harley Quinn karakteri sevgilisi Joker'den ayrıldığında arkasında olan gücü kaybeder ve Joker'in yokluğunda peşinde olan tüm kötüler intikam almak için ona saldırır. Ancak beklenenin aksine hepsiyle baş eder. Bir başka ayrıntı Roman Sionis adlı kötü karakterin eline düşen Harley Quinn, Sionis'e kartvizitini verir ve ona aradığı şeyi bulması konusunda bir tek (Bütün erkeklerin aksine) kendisinin yardımcı olabileceğini söyler. Sionis kartvizite baktığında onlarca uzmanlık alanı yazısıyla karalanmış olduğunu görür. Burada kadınların her işi yapabileceğinin altı çizilir. 





FENİNİZMİN TEMELLERİ

Fransız feminist filozof Simone de Beauvoir, 1949’da yayınlanan başyapıtı 'İkinci Cins' adlı kitabında kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelemesini yapar ve modern feminizmin temellerini kurduğu eserinde; varoluşçuluk, fenomenoloji ve yapısalcı antropoloji gibi kendi çağdaşı olan düşünceleri hem de Hegel ve Marx gibi felsefe klasiklerini cinsiyet düzleminde yeniden okur. Beauvoir, İkinci Cins'te şöyle der; "Tahtından düşmüş bir tanrı, insan değildir çünkü: düzmeciliğin ta kendisidir; âşığın önünde iki yol vardır, ya göklere çıkarlıan kral olduğunu kanıtlamak, ya da kapkaççının biri olduğunu itiraf etmek."  (Joker'den ayrılan) Harley Quinn'in hayatta düşmeyip bir amaç edinerek Beauvoir'ın bahsettiği ilk yolu izlediğini kral/kraliçe olduğunu kanıtlamaya gittiğini görüyoruz.





CİNSİYET AYRIMCILIĞI

Yüksek öğrenimini ve doktorasını Yale Üniversitesi'nde tamamlayan Judith Butler, California Üniversitesi'nde Retorik ve Karşı­laştırmalı Edebiyat dalında profesör olarak çalışmaktadır. Feminist kuramın temel yapıtları arasında yer alan en önemli eseri 'Cinsiyet Belas'ında; "Kimliğe dayalı dayanışma inşa etmek uğruna  "kadınlar"ın sorun­sallaştırılmamış  birliğine  sık  sık  atıfta  bulunulsa  da,  cinsiyet  ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrım nedeniyle feminist özne bölün­meye uğrar." der. Butler'ın bahsettiği cinsiyet ayrımcılığına Brids of Pray'in geçtiği Gotham dünyasında da şahit oluyoruz. Yozlaşmış şehir Gotham'da, yıkımın eşiğine gelen şehirle beraber yok olmak üzere olan kötüleri görüyoruz. Ancak onların arasında bile cinsiyet ayrımcılığının yapıldığına şahit oluyoruz.





KAÇIKLIK KURAMI

Harley Quinn'in Joker'e aşık olması filmde akıl hastanesinde gerçekleşiyor. Harley psikiyatr olarak çalıştığı hastanede hastası Joker'i tedavi ederken kendisini kaptırıyor. San Diego’daki California Üniversitesi’nde seçkin bir sosyoloji ve bilim araştırmaları profesörü olan Andrew Scull, 'Uygarlık ve Delilik - Akıl Hastalığının Kültürel Tarihi' adlı kitabında; " 'Psikiyatri' 19. yüzyılda Almanya'da ortaya çıkmaya başlayan bir kelimedir. Kendi dillerindeki alienisme (akliyecilik) terimini tercih eden Fransızlarca sert biçimde reddedildi; İngilizce konuşulan dünyada da aynı tepkisi gösterdi ve delileri denetlemede uzmanlaşmış tıp erbabını "deli doktorları' olarak adlandırmaya yöneldi." der. Aynı zamanda bir deli doktoru olan Harley Quinn'in, (hastası Joker'e kendini kaptırmasıyla ve ondan aldığı destekle) kendisini bir anda tedavi ettiği şeye dönüştüğünü görüyoruz. Burada Harley Quinn'in doktorluğunun yetersizliği gösterilmiyor aslında anlatılmak istenen Joker'e olan aşkı ve tutkusunun ne kadar büyük olduğu. 






ŞİZOFRENİNİN GİZEMİ

Kırk yıldan fazla süredir çeşitli kliniklerde çalışmalarını sürdürmekte olan çağdaş psikanalitik teorilerin öncülerinden İngiliz psikanalist Christopher Bollas, şizofreninin safhalarını ve insan psikolojisinin gizemli katmanlarını ele aldığı 'Güneş Patladığında-Şizofreninin Gizemi' adlı kitabında; "Zihinsel sağlık alanında kimsenin otorite olması mümkün değildir. İnsanlarla çalışan bizler ancak öğrenciler kadar verimliyiz. Tabii ki eğitim aldık, seminerlere katıldık, gözetim ve denetim çalışmaları yaptık ancak hiçbir insan hayatı, herhangi bir klinik tedavi uzmanının, ister depresyon ister paranoya, isterse şizofreni olsun, herhangi bir 'rahatsızlığı' tam anlamıyla kavramasına yetecek kadar uzun değildir." der. Filmde Harley karakterinin de hastasını tedavi etmeden kendisini ona kaptırdığını görüyoruz.




Eğlence arayanlar ve süper kahraman filmleri hayranlarının seveceği türde bir yapım olan Yırtıcı Kuşlar, aksiyon ve heyecanın yüksek olduğu bir yapım. Hikaye anlamında zayıf olsa da yarattığı görsel atmosfer ve renkler görülmeye değer.

İyi Seyirler Dilerim


EFE TEKSOY

6 Şubat 2020 Perşembe

NAZİ FAŞİZMİNE KARŞI BİR ÖÇ ALMA: TAVŞAN JOJO




77. Altın Küre Ödülleri’ne 6 dalda Oscar adayı olan Jojo Rabbit, Yeni Zelanda-Belçikalı yazar Christine Leunens'in Gökyüzü Hapsi/Caging Skies adlı romanından uyarlandı. Taika Waititi'nin yazıp yönettiği aynı zamanda rol aldığı film, 44. Toronto Film Festivali'nde 'Halkın Seçimi Ödülü’nü kazandı. 2. Dünya savaşı'nda babasının yokluğunu çeken bir çocuğun Nazi propagandasının etkisinde kalarak Adolf Hitler'i hayali bir baba figürü haline getirmesi ve bununla birlikte gelişen olayları konu alıyor. Jojo Rabbit, Nazi faşizminin vahşetini ve acımasızlığını izleyiciye çocukların gözünden mizahi bir şekilde alaya alarak sunuyor. Jojo Rabbit, 73. kez düzenlenen İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (Bafta) Ödülleri'nde 'En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü'nü de kazandı. 





JOJO RABBIT KONUSU

İkinci dünya savaşının son zamanlarında Almanya'da yaşayan Jojo (Johannes) Betzler (Roman Griffin Davis), Hitler'in gençlik kampları üyesidir. En yakın sırdaşı hayali arkadaşı olan Adolf Hitler (Taika Waititi) olan Jojo, annesi Rosie'nin (Scarlett Johansson), evlerinde Elsa adlı Yahudi bir genç kızı sakladığını öğrenince şok geçirir. Yahudi kız Elsa'nın da bir insan olduğunu öğrenen Jojo, hayali arkadaşı Hitler ve Elsa arasında kafa karışıklığı yaşar.

Oyuncuları arasında; Sam Rockwell, Rebel Wilson, Roman Griffin Davis, Scarlett Johansson, Archie Yates, Alfie Allen, Stephen Merchant bulunuyor.


GÜLME İÇİNDE SEMPATİ TAŞISAYDI, AMACINA ULAŞAMAZDI

Taika Waititi'nin Jojo Rabbit filmi, Hitler faşizmine mizah çerçevesinden bakıyor. Bu bakış açısı eleştirmenleri şimdiden ikiye bölmüş durumda. Bir kısım Nazi/nefret karşıtı hiciv olarak yorumlasa da karşıt görüşte olanlar da mevcut. Burada bir parantez açarak 1927 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Fransız yazar ve filozof Henri Bergson'dan alıntı yapacağım. Bergson, Gülme adlı eserinde "Toplum kendisine karşı saygısızca davranışların öcünü gülme ile alır. Gülme, içinde sempati taşısaydı, amacına ulaşamazdı." der. Yani yönetmen Taika Waititi'nin sinema dili aracılığıyla Nazi faşizmine karşı bir intikam aldığı söylenilebilir. 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından George Orwell, "Bir şakanın amacı; insanı aşağılamak değil, ona çoktan aşağılanmış olduğunu hatırlatmaktır."der. Britanya'nın yaşayan en büyük edebiyat eleştirmeni ve düşünürü kabul edilen Terry Eagleton, Mizah (Humour) adlı kitabında; "Mizah, savunma veya onaylama, çökertme veya kutlama, dayanışma veya eleştiri meselesi olabilir." der. Tıpkı Waititi'nin Jojo Rabbit filmi aracılığıyla Nazi faşizmine yaptığı eleştiri gibi. 'Le Monde' gazetesindeki hicivli yazılarıyla tanınan,  Akademisyen, yazar ve gazeteci Robert Escarpit, Mizah adlı kitabında, "Gerçek mizah ad hominem (insandan yola çıkan) yargılamayı, yani kötülüğü dışlayan bir nükte yöntemidir." der. Tıpkı Waititi'nin Jojo Rabbit'te Nazi faşizmini dışladığı gibi.




İDEOLOJİNİN ELE GEÇİRDİĞİ ZİHİNLER

Filmde Hitler/Nazi ideolojisinin çocuklara işlenmesine tanık oluyoruz. Özellikle hikayenin ana konusu bunun üzerine kurulu. Küçük yaştan itibaren beyni yıkanan Jojo, gelecekte zihnine kazınan bu Nazi ideolojisini yıkabilecek mi? Benzer soruyu İskoç yazar Iain Banks, 1984'te yayınlanan Eşekarısı Fabrikası (The Wasp Factory) adlı romanında irdelemişti. "Şiddet doğuştan mı gelir sonradan mı edinilir?" sorusuna kitabın sonunda çok güzel bir yanıt vermişti.




KOSTÜMLERİN ANLAMI

Taika Waititi'nin canlandırdığı Hitler karakterinin film boyunca giydiği üniformalar iktidardaki hayatı ile kronolojik olarak tutarlı ve Jojo'nun onun fikrini nasıl değiştirdiğini yansıtmaktadır. İlk görüldüğü sahnede Hitler'in ikidara yükselişinde giydiği SA Kahverengi gömlek üniforma giyiyor, buradave Jojo onu putlaştırıyor. Ardından şansölye olduktan sonra giydiği resmi NSDAP üniformasında yer alıyor. Bu noktada, Jojo'nun putlaştırılması vahşi fanatizm haline dönüşüyor. Gri savaş üniforması giydiği sahnede, Jojo'nun onu ve ideolojisini reddettiğine tanık oluyoruz. Hitler karakterinin görüldüğü son sahnesinde ise intihar ettiği sırada giydiği kostüm göze çarpıyor.





KAMERA ARKASI

- Gestapo'nun arama yapmak için Jojo'nun evine geldiği sahnede "Heil Hitler" sözü bir dakikada 31 defa söyleniyor. Yönetmen Waititi, bu sahnenin özellikle komik olmasını aynı zamanda da Nazi protokollerinin ne derece gülünç olduğunu da göstermek istedi.


- Amerikalı aktör Sam Rockwell, Alman aksanı öğrenmek için bir diyalog koçuyla çalıştı. Buna ek olarak Marlon Brando, Ralph Fiennes ve Oskar Werner gibi usta aktörlerin 2.Dünya Savaşı döneminde geçen filmlerini günler boyunca defalarca izledi.





- Filmde Adolf Hitler karakteri bir sahnede başına Kızılderili başlığı takar. Bu başlık, (Hitler'in hayranı olduğu) Amerikanın Eski Batı'sında geçen macera romanlarıyla ünlü Alman yazar Karl May'e bir atıf içeriyor.   

- Filmin son sahnesinde Adolf Hitler’in  başında silah yaraları bulunuyor. Bu izler intihar ettiği gerçeğini yansıtmak için özellikle gösteriliyor.


- Son sahnede David Bowie'nin (Berlin Duvarı'nın yapımı sonrası birbirine ayrı düşen iki aşığı anlattığı) Heroes'u çalmakta.




Jojo Rabbit filmi, mizahın gücünü sinemada ortaya koyan en iyi güncel örneklerden birisi. Klasik örneklere baktığımızdaysa Charlie Chaplin'in 1940'ta 'Büyük Diktatör (Great Dictator)' ve Roberto Benigni'nin 1997 yapımı 'Hayat Güzeldir (Life Is Beautiful)' filmleri sinema tarihine damga vurmuştu. Waititi'nin de modern sinemada adından fazlasıyla söz ettiren filmi Jojo Rabbit, şimdiden kendi alanında bir klasik olma yolunda.

İyi Seyirler Dilerim


EFE TEKSOY 










2 Şubat 2020 Pazar

YAPAY ZEKANIN GÖZÜ: OMNISCIENT (HER ŞEYİ BİLEN)



Netflix'in Brezilya yapımı olan Omniscient, yakın geleceği konu alan bir bilim kurgu dizisi. Projenin arkasındaki isim ise %3 adlı bilim kurgu dizisinin yaratıcısı Pedro Aguilera. Omniscient dizisi denetim biçimlerinden birisi olan gözetim mekanizmasını işliyor. Yevgeni Zamyatin, George Orwell, Aldous Huxley ve Ray Bradbury 'nin öncüsü oldukları distopik/ gözetim toplumu hikayelerine yenilikçi bir bakış açısıyla yaklaşan yapım, özellikle hikaye anlatımı ve işleyiş açısından çok başarılı. İzleyiciye yaklaşmakta olan kaotik geleceğin içerisine sokarak ürkütücü sorular sordurmasının yanı sıra, bir ütopyanın nasıl distopyaya dönüşebileceğine güzel bir örnek teşkil ediyor.





OMNISCIENT KONUSU
Omniscient adlı özel bir şirket, vatandaşları dronelar tarafından 7/24 gözetim altında tutuyor. Bu şekilde hırsızlık, cinayet gibi kriminal olayların önüne geçmektedir. Ancak her sistemde olduğu gibi istisnaların önüne geçemez ve bir cinayet gerçekleşir. Bu cinayetin katili ise yüksek teknolojinin getirdiği imkanlara rağmen bulunamaz. Babasının cinayete kurban gitmesine göz yummayan Nina Peixoto, Omniscient adlı şirkete girerek sistemdeki açığı ve babasının katilini aramaya başlar.
Oyuncuları arasında; Carla Salle, Sandra Corveloni, Jonathan Haagensen, Guilherme Prates, Luana Tanaka, Marcello Airoldi, Marco Antônio Pâmio ve Bruno Lourenço yer alıyor. 







GÖZÜN İKTİDARI

Netflix Brezilya yapımı dizi Omniscient, Latince; Omni (Her şey, tüm) ve Scient (Bilmek, Bilgi) kelimelerinden oluşuyor. Distopik hikayelerde ve anlatılarda; gözetim, iktidarın temel denetim biçimlerinden birisi haline gelir. Burada göz önemli bir iktidar organıdır. Gözün gücü, kitlesel özgürlükleri yok ederek toplumsal denetimi sağlamaktadır. Bu türün en önemli örnekleri; George Orwell'ın 1984'ü, Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sı, Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451'dir. Omniscient dizisinde ise buna toplumsal denetimi sağlayan özel bir şirket aracılığıyla tanık oluyoruz. Omniscient adlı şirket ülkenin sadece bir şehrini denetim altına almıştır. Gelecekte ise bu oranı arttırmayı amaçlar. Hikaye boyunca insanlara kullanılan sistem sayesinde özgürlük vaatlerinin sıralandığını görüyoruz. Evlerde kimse kilit kullanmıyor, pencerelerde  demir parmaklık, sokaklarda güvenlik kamerası yok. Çünkü etrafta uçuşan bireysel dronelar sayesinde herkes devamlı gözetim ve takip altında. Kimse suç işleyemez mesajı veriliyor. Ancak burada altta yatan mesaj ise çok farklı. Şöyle ki; tüm şehir yapay zekaya bağlı yeni teknolojik sistem Omniscient'in yardımıyla aslında yüksek güvenlikli bir hapishaneye dönüştürülmektedir. 




YAPAY ZEKANIN YÜKSELİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜN SONU MU?

Günümüzde yapay zekaya olan merak giderek artmakta. Bilimden sanayiye hatta savaş sistemlerine kadar ülkeler geleceği şekillendirecek olan bu nimetten yararlanmakta. Elbette bu alanı ele alınca alanın öncüsünü anmamakta olmaz. 20 yüzyılın dahisi olarak anılan İngiliz bilgisayar bilimci ve kriptolog Alan Turing, yapay zekanın kurucusu sayılır. Turing'in temellerini attığı insan zekasını taklit eden makine bilinci, dizide ise (Omniscient'i kontrol eden) ana bilgisayar olarak karşımıza çıkıyor. Hikaye boyunca; "Ana bilgisayarı kontrol eden, her şeye sahip olur " mantığı hakim. Yapay zekanın ve yüksek teknolojinin imkanlarından faydalanarak vatandaşlara vaat edilen bu rahat yaşam aslında insanların özgürlüğüne bir kısıtlama getiriyor. George Orwell'ın 1984 romanında işlediği; "Büyük Birader Seni İzliyor (Big Brother Is Watching You)” kavramı aslında hikayenin temelini oluşturuyor. Dizide verilmek istenen önemli toplumsal mesajlardan biriside; Her vatandaşın göz hapsinde tutularak özgürlüklerinin elinden alınmasının altı çiziliyor. Tıpkı ABD'li yazar Dave Eggers'ın aynı adlı eserinden uyarlanan 'Çember (Circle)' filmindeki gibi. Çember'de aynı konuya farklı bir açıdan yaklaşmıştı.





PANOPTİKON YA DA GÖZETİM EVİ

 İnsanları tecrit altına alma  mekanizmasının temellerini atan isimlerden en önemlisi İngiliz filozof Jeremy Bentham'dır. 1787 yılında Jeremy Bentham, Panoptikon/Gözetim Evi adlı bir yönetim planı tasarlar. Panoptikon ilkesini İngiltere'deki bir arkadaşına mektuplar aracılığıyla anlatır. Gözetim altına alınacak her türlü insanın bulunduğu kurumlara (özellikle; Hapishane, ıslahevi, cezaevi ve akıl hastanesi gibi) uygulanabilecek bir yapı ilkesi tasarımıdır. Bu mektuplarda insanları kontrol altında tutacak her şeyi ayrıntısıyla düşünmüş ve tasarlamıştır: Merkezi ısıtmadan, tuvaletlere, aydınlatmadan oturaklara, havalandırmalara ve beslenmeye kadar aklınıza gelebilecek her türden şey bu planda mevcuttur. Bentham'ın geçmişte tasarladığı ilkesini, bugün Omniscient dizisinde yapay zekanın da katkısıyla geliştirilerek işlendiğini görüyoruz. Aynı yapıya Fransız düşünür ve tarihçi Michel Foucault'nun eserlerinde de rastlıyoruz. Hapishanenin Doğuşu adlı eserinde 'Görülmeden Gözetim Altında Tutulan Hapishane Sistemi'ni işler. Burada hem Bentham'ın Panoptikon'una dair incelemeler yapar ve hem de hapishanenin tarihteki oluşumunu ele alan derinlemesine bir tarihsel çalışma yapar. Foucault kitabında şöyle der; " 'Disiplin', ne bir kurumla ne de bir aygıtla özdeşleşebilir: o bir iktidar tipi, iktidarı icra etmenin bir tarzı olup koskoca aletler, teknikler, usuller, uygulama düzeyleri, hedefler bütünü içermektedir; o iktidar 'fiziği' veya 'anatomisidir', o bir teknolojidir." der. Omniscient dizisinde işlenen yapıda, Foucault'un bahsettiği disiplin teknolojisini tamamen görüyoruz. 






GÖSTERİ TOPLUMU

20. yüzyılın ikinci yarısının en önemli düşünürlerinden Fransız filozof Guy Debord, Gösteri Toplumu adlı kitabında, medyanın yarattığı sanal dünyanın kapitalizmin en gelişmiş çeşitlerini yeniden üretmedeki vazgeçilmez rolünü saptar. Bunun örneklerini de Omniscient dizisinde insanların bağımlısı olduğu teknoloji ortamında görüyoruz. London School of Economics and Political Science’ta profesör olarak çalışan İngiliz filozof John Gray, Kuklanın Ruhu adlı kitabında; "Birkaç on yıl sonra makinenin büyük insan emeği girdisine ihtiyacı olduğunu artık o kadar da kesin olarak söyleyemeyiz. Birçokları internetin bazı iş alanlarını nasıl yok ettiğini, bazılarını da temelden değiştirdiğini gözlemlemiştir." der. Omniscient dizisinde Gray'in işte bu sözüne tanık oluyoruz. Şöyle ki; geleceğin teknolojisine hakim olan genç bireylerin yeni iş alanlarında aranılan çalışan olması John Gray'in iş alanlarının temelden değişeceği sözünü bizlere gösteriyor.
Aile bağları, aşk ve geleceğin yenilikçi iş hayatı hakkında farklı açılara değinen Netflix'in Brezilya yapımı dizisi Omniscient, bilim kurgu severlerin ve polisiye hayranlarının kaçırmaması gereken farklı ve yenilikçi bir hikaye sunuyor.


İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY