8 Ekim 2017 Pazar

Anne (Mother)





Ekofeminist Şair Aronofsky

Anne/Mother, tek mekânda geçen dini alegorik anlatıma sahip bir film. Genç bir kadın ve ondan yaşça büyük bir şairin  ilişkilerini konu alıyor. Genç kadının tek derdi; evini güzelleştirip kocasına huzurlu bir yaşam ve çalışma ortamı sağlamaktır. Kocası ise, büyük başarılar elde edecek ilhamın gelmesini bekleyen bir yazardır. Evlerine gelen davetsiz misafirler, kurulu düzenlerini bozarak çiftin hayatlarını alt üst eder.
Filmin başrollerinde Oscar ödüllü Jennifer Lawrence ile yine Oscar Ödüllü Javier Bardem ile Ed Harris ve Michel Pfeiffer gibi dev isimler yer alıyor. Darren Aronofsky'nin yazıp yönettiği film, dram, gizem ve korku türünde.




Anne (Mother)


Darren Aronofsky, filmlerini genellikle dini öğelerle işler ve eserlerini açık okumaların yapılabileceği bir türde sergiler. Anne/Mother, çok basit bir konuyu (ilişki konusunu) içerse de aslında alt metninde seyirciye birçok mesaj iletiyor. Yapımda bulunan karakterlerin isimsiz olması, bize sadece bir konuyu değil aslında tüm bir dünya tarihini işlediği mesajını veriyor. Sadece oyuncu Jennifer Lawrence 'Anne/Mother' ve Javier Bardem 'O/Him' olarak anılıyor. Aslında buradaki Anne karakteri- Doğa Ana’yı ‘O’ ise Tanrıyı temsil ediyor. Filmin son 30 dakikasında Javier Bardem’in canlandırdığı karakterin söylediği “Ben, benim” sözü Tanrı’nın kutsal kitapta kullandığı satırdan alınmadır. Burada Bardem’in Tanrı’yı canlandırdığına kesin kanıtına bir kez daha tanık oluyoruz. Eve gelen insanların yazarı taparcasına sevmesi ve evi alt üst etmesi de işte bu nedenden kaynaklanıyor. Seyirciye yazarın yeni bir kitap yazma sürecini anlatırken aslında Tanrı’nın yeni bir kutsal kitap yazmasını anlatıyor. Filmde eve gelen davetsiz misafirlerin oğullarının ettiği kavgada bir kardeşin ötekinin kafasını taşla ezdiğini gösteriyor seyirciye. Aslında bu da tarihte bulunan Habil-Kabil kavgasına bir göndermedir. 


Kadının Yaratılışı

Yunan Mitolojisi’nde bulunan Tanrılar tarafından kadının kilden yaratılışı filmde çok iyi yansıtılmış. Anne karakterinin başta doğurganlığa sahip olmaması bundan 1000 yıl öncesine dayanan bir Sümer şiirinde işlenmiştir. Şiirde yer alan insan yaratılışı onuruna tanrılara verilen ziyafet filmde karşımıza çıkıyor. Hikâye izleyiciye tam rüya dilinde aktarılıyor. Seyirci, aniden odalarda beliren insanlar ve durumlar karşısında adeta rüyadaymış hissiyatını yaşıyor. Bu tarz sahneler bana James Joyce’un rüya dilinde yazdığı ‘Finnegans Wake’ romanını anımsattı. Tıpkı Amerikan edebiyatının ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ sahibi yazarı William Faulkner’ın ‘Ses ve Öfke’ eserinde, hikâyenin dörtte birlik kısmını özürlü bir adam olan Benjy Compson’ın ağzından (bilinç akışı tekniğiyle) anlatması gibi. Çekim tekniği ise ağırlıklı olarak, ana karakter olan anneyi merkeze alıyor ve çevresinde yaşanan olayların gelişmesini izliyoruz. Burada çekim açısından esin kaynağı ise Alfonso Cuaron’un 2006 yapımı ‘Children of Men’ filmi. Cuaron, burada ana karakteri odağa yerleştirerek tıpkı ‘Anne’ filmindeki gibi aksiyonu çevreye yani arka plana bırakmıştı.
‘Anne’ filmi çok okumalı ve din ağırlığı olan bir konuyu anlatıyor. Ancak 33 milyon dolarlık bütçesiyle hazırlanan görsel efektleri izleyiciye adeta Cennet’i ve Cehennem’i yaşatıyor. ‘Anne’, ağır film severlerin, sinemaya sanat olarak yaklaşanların kaçırmaması gereken bir yapım.

İyi Seyirler Dilerim

Efe TEKSOY

26 Temmuz 2017 Çarşamba

CEHENNEMİN KALBİ DUNKIRK



KUSURSUZ BİR BAŞYAPIT

'Christopher Nolan’ın yazıp yönettiği 2017 yılındaki savaş başyapıtı ‘Dunkirk’ 150 milyon dolarlık dev bir bütçeye sahip. Film 1940 yılında Almanların, İngilizleri 400 bin müttefik askerle (Fransa’nın Kuzeyinde yer alan) Dunkirk kıyısına sıkıştırmasını ve burada verilen mücadeleyi konu alıyor. Filmin oyuncuları arasında; 'Tom Hardy', 'Mark Rylance', 'Kenneth Branagh' ve 'Fionn Whitehead' yer alıyor.



REALİZMİN ÖNCÜ İSMİ: CHRISTOPHER NOLAN 

Auteur yönetmen 'Christopher Nolan', bu yapıtında savaş filmlerine adeta yeni bir boyut kazandırmış. Tarihte 2. Dünya savaşına yön veren Dunkirk Tahliyesini izleyiciye; karada 1 hafta, suda 1 gün ve havada 1 saat diye bölümlere ayırmış ayrıca zamanda ileri geri sıçrayışlar yaparak kendi imzası olan farklı anlatım tarzını bir kere daha uygulamış. Bu anlatım tekniğinde birçok unsuru bir araya getirmiş. Sinema tarihinin önemli yapımlarından; 1979 'Francis Ford Coppola’nın ölümsüz eseri 'Kıyamet/Apocalypse Now' savaşın acımasızlığını anlatmıştı. 'Stanley Kubrick' 1987 yapımı 'Full Metal Jacket' ile savaşın insan psikolojisin üzerinde yarattığı yıkımı aktarmıştı. 1998 yılında 'Terrence Malick' ise, 'İnce Kırmızı Hat/Thin Red Line' ile kendine özgü tarzı ile savaşın acımasızlığını ve anlamsızlığını aktarmıştı. Bu filmi aynı yıl çekilen 'Steven Spielberg'in yönettiği 'Er Ryan’ı Kurtarmak/Saving Private Ryan' izledi ve 'Spielberg' burada 2. Dünya savaşı’nda Normandiya çıkartmasını, sahile yağan şarapnel parçalarını adeta izleyicinin gözüne sokarak işledi.




SAVAŞ TANRISI VE YIKIM EDEBİYATI

Filmlerinde gerçekçilik/realizm tarzını benimseyen ve uygulayan 'Christopher Nolan', buradaki anlatımında seleflerinin daha ötesine geçmiş. Örneğin anlatım bakımından edebiyat dünyasındaki savaş yapıtlarını ele alacak ve karşılaştıracak olursak; Fransa’nın gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından 'Victor Hugo' başyapıtı 'Sefiller'de Waterloo savaşını tanrının gözünden betimler. Edebiyatta Gerçekçilik/Realizm akımının öncüsü 'Stendhal', 'Parma Manastırı' adlı destansı eserinde hikayeyi savaşın içinde yer alan ve neler olduğunu anlamayan 'Fabrizio Del Dongo' adlı karakterin gözünden anlatır. 'Christopher Nolan' ise tüm anlatım ustalarının tekniklerini bir araya getirmiş ve gerilimi kat be kat arttırmak için olayı tüm çıplaklığıyla savaşın tam kalbinden… Yani muharebe meydanından vermiş. Ayrıca savaşın sebep olduğu yaşam boyu sürecek travmaları, harp içerisinde yer almak zorunda kalan insanların gözünden seyirciye sunuyor ve yaşatıyor. Savaşı birçok açıdan vererek izleyiciyi muharebe içindeki asker konumuna getiriyor. 'Hans Zimmer'in besteleri gerilim dozunu devamlı arttırıyor. 'Zimmer', saat tik tak’larını içeren bestesini yönetmen 'Christopher Nolan'ın kol saatini kullanarak yaratmış.



RENKLERİN ANLAMI VE ÖNEMİ

Savaş filmlerinden hoşlanıyorsanız ‘Dunkirk’ kaçırmamanız gereken bir yapım. 1 saat 46 dakikalık süresiyle sizi ömür boyu etkisi altına alacak bir sanat eseri. Ayrıca kısa bir not eklemek istiyorum filmin afişinde yer alan 'Dunkirk' yazısı; mavi, koyu mavi ve turuncu olmak üzere üç segment renge ayrılmış. Bunun anlamı hava, deniz ve karayı yani filmin 3 bölümünü temsil ediyor.


İyi Seyirler Dilerim

EFE TEKSOY

11 Temmuz 2017 Salı

Spider-Man: Homecoming


Arakne’nin Ağları Dönüyor

175 milyon dolar bütçeye sahip ‘Örümcek-Adam: Eve Dönüş’ vizyonda. Klasik örümcek-adam filmlerinin aksine bu defa farklı tarzda bir yapımla karşı karşıyayız. Bu kez Örümcek-Adam lise çağında bir ergen olarak lanse edilmiş. Yani henüz toy ve ne yaptığını bilmiyor. Yaptığı şeylerin sonucunu göremeyen bir çocuk var karşımızda. Oysa klasik Örümcek-Adam’da Peter Parker; okulun en zeki, en yakışıklı aynı zamanda hareketlerinin sonucunu önceden görebilen bir kahramandır. Onun bu kadar sevilmesinin ve talep görmesindeki en büyük etken bir karakter hikayesi olması. Hayali Marvel Comics karakteri Örümcek-adam, çizgi dizilerinden, filmlerine kadar hep Peter Parker’ın kendi hayatını ve başına gelenlerin anlatımı ve izleyiciye aktarımıdır. Bir nevi seyircinin iç monolog sayesinde etki altına alınması. 2002 yılında yönetmen Sam Raimi’nin başlattığı 2,5 milyar dolara yakın hasılat elde eden üçlemenin tutma nedenlerinden biriside budur. Özellikle başrolünde Tobey Maguire’ın seçilme nedeni kendisinin çok iyi bir anlatıcı olmasıydı. (Bu yeteneğine ‘Muhteşem Gatsby’deki hikaye anlatıcısı ‘Nick Carraway’ olarak ta tanık olmuştuk.) Ancak ‘Örümcek-Adam: Eve Dönüş’te mükemmel anlatıcı tekniğinden ziyade, genel bir anlatım mevcut, başrol ikiye ayrılmış ve oyuncu bütçesinin büyük kısmı ‘Demir Adam’ olarak tanıdığımız Robert Downey Jr’a yöneltilmiş. Peki asıl soru şu: “Örümcek-Adam markasının Demir Adam karakterine ya da Robert Downey Jr.’a ihtiyacı var mı?”



Filmde değişikliğe uğrayan bir başka şey ise oyuncu seçiminde farklı etnik kökenden yararlanılması. Örneğin Peter Parker’ın sevdiği kızın melez olması ya da arkadaşı Ned’in Filipin asıllı Amerikalı olması gibi. Ayrıca yaşlı May hala, filmde Marisa Tomei tarafından daha genç olarak karşımıza çıkıyor.


ÖRÜMCEK-ADAM: EVE DÖNÜŞ


Lise öğrencisi Peter Parker, Yenilmezler ekibiyle yaşadığı maceranın etkisinde kalmış ve ekibin bir üyesi olma çabasına girmiştir. Ama genç yaşında sorumluluklarının fazla olması ve May halasının gözetimi atında yaşaması nedeniyle bu hayallerine ulaşmasını zorlaştırmaktadır. Tony Stark, Peter’a kahraman olmak için cesaretten fazlasına ihtiyacı olduğunu öğretir. Ancak Peter, kendisini Örümcek Adam kostümünün gerekliliklerini göz ardı ederek suçla savaşa adar. Bu süreçte ortaya çıkan Adrian Toomes/Vulture adlı düşmanın ortalığı birbirine katmasıyla Örümcek-Adam büyük bir sınavdan geçecektir. Oyuncuları arasında Tom Tholland, Robert Downey Jr., Michael Keaton, Marisa Tomei, Zendaya Coleman’ın bulunduğu filmin yönetmen koltuğunda Jon Watts oturuyor.



Bilge Ana Mitosu

Peter Parker, karakterinin en büyük zayıf noktasının baba eksikliği olduğunu bu filmde bir kez daha tanık oluyoruz. Bu boşluğu yapımda Tony Stark/Iron Man dolduruyor. Tony, Peter’a her an bilgi konusunda danışacağı bir baba figürü konumunda bulunuyor. Her yaptığını gözetleyen ve denetleyen bir denetim mekanizması. Tüm kahraman hikayelerinde/filmlerinde bir bilge ana bulunur. May hala, Örümcek-Adamdaki en önemli bilge ana rolünü üstleniyor. Çünkü Peter, en büyük ve altından kalkamayacağı hatayı yaptığında yani filmin en büyük kırılma noktasında May hala yardıma koşuyor. Bu olay neredeyse her Örümcek-Adam hikayesinde bu şekildedir.


 Filmde bulunan bir diğer önemli figür ise Michael Keaton’ın canlandırdığı Adrian Toomes/Vulture karakteri. Adrian, yasa dışı silah satarak zengin olma peşinde olan bir adam. Ancak bu idealine yıkım yaratarak ilerliyor. Adrian, en büyük adaletsizliğin eşitsizlik olduğunu belirtiyor. Bugün kahraman olarak lanse edilen Tony Stark’ın tüm servetinin geçmişinde yaptığı silah satışı olduğu örneğiyle yarattığı yıkıma savunuyor.


‘Örümcek-Adam: Eve Dönüş’ bugüne kadar yapılan en iyi Örümcek-Adam uyarlaması değil. Ama günümüzün gelişmiş görsel efekt teknolojisi ve farklı hikaye anlatıcılığı, izleyiciye soluk aldırmadan 2 saat süresince etkisi altına alıyor.

İyi Seyirler Dilerim
Efe TEKSOY

29 Haziran 2017 Perşembe

Transformers 5: Son Şövalye


”FEDAKARLIK OLMADAN, ZAFER KAZANILAMAZ”


260 milyon dolarla bugüne kadarki en yüksek bütçeye sahip Transformers filmi ‘Transformers 5: Son Şövalye’ vizyonda. Otobotlar ve Deseptikonların savaşına bir kez daha tanık olduğumuz serinin beşinci filmi, Transformer’ların dünyadaki gizli geçmişine odaklanıyor. Yönetmen Michael Bay, bu yapımda filmin bilim kurguya ait alt yapısını fantastik unsurlarla birleştirerek Transformers serisine yeni bir soluk getirmiş. Britanya mitolojisinde bulunan; Kral Arthur, efsanevi büyücü Merlin ve yuvarlak masa şövalyelerinin anlatıldığı filmde, izleyici kendisini bir anda Ortaçağ’dan, günümüz ABD’sine oradan Küba sokaklarına ve sonrasında İngiltere’nin Salisbury Ovası’nda bulunan Neolitik Taş Devri ve Bronz Çağ arasında inşa edilen ‘Stonehenge’ adlı anıt yapıtta buluyor. 


‘Transformers 5: Son Şövalye’ seriye aşina olan aksiyon ve heyecan sever izleyicinin beklentilerini karşılayacak bir film. Görsel bir şölenin sunulduğu yapım seyirciyi adeta koltuğa çiviliyor. Deyim yerindeyse film bittikten uzun süre sonra bile etkisinden çıkamıyorsunuz. Yönetmen koltuğunda Michael Bay’in oturduğu filmin oyuncuları arasında; Mark Wahlberg, Anthony Hopkins, Josh Duhamel, Laura Haddock, Stanley Tucci, Santiago Cabrera ve Isabela Moner bulunuyor.


GEÇMİŞTEKİ SIR

‘Optimus Prime’ın tutsak edildiği gezegen, bir yandan yaşamın bittiği ve tanrının olmadığı ‘Karanlık Çağ’ı sembolize ederken, gezegende hüküm süren Yunan mitolojisindeki Medusa’dan esinlenilen ‘Quintessa’ adlı karakter, tanrıların var olduğunu vurgulayarak ‘Yin-Yang’ adlı iki zıt kutbu işliyor. Optimus Prime karakterinin geri dönüşünde Nemesis olarak anılması ve intikam almak için dünyaya gönderilişi ise bu serinin mitolojiden ne kadar fazla yararlandığının göstergesi. Antik Yunan mitolojisinde Nemesis, İntikam Tanrıçasıdır. Yapılan kötülüklerin bedelini ödetir ve adalet arayışında bulunur. Tıpkı bu filmde Optimus’un (kandırıldığı halde) adalet arayışında bulunduğu gibi. 


KAMERA ARKASI

- Deseptikon Nitro karakteri, adını ABD saldırı planının kod adı olan Nitro Zeus’dan sonra aldı.

- Megatron karakterinin yeni kask dizaynı, 1984-1987 yılları arasında yayınlanan ‘The Transformers’ çizgi dizide bulunan Megatron’un kaskından esinlenildi.

- Filmde Quintessa karakterinin ismi, 1984-1987 yılları arasındaki ‘The Transformers’ çizgi dizisinde yaratıcıların ana dünyasının adıydı.


İyi Seyirler Dilerim
EFE TEKSOY

21 Haziran 2017 Çarşamba

BERLİN SENDROMU


Berlin Saplantısı


‘Berlin Sendromu’ filmi tutsaklık/saplantı teması üzerine kurulu bir senaryo üzerinden ilerliyor. Film, psikolojide ‘Stockholm Sendromu’ olarak bilinen; rehinelerin kendisini esir alanları anlama noktasına gelmesinden oluşan psikolojik durumdan esinlenilmiş. Başta romantik bir gece ile başlayan filmin konusu bir anda çocukluktan başlayan cinsel/psikolojik takıntıların esiri olan bir kadının maruz kaldığı eziyetlere tanık olmamıza varıyor. Bu süreçte yönetmen muhteşem bir görsel ve derin bir psikolojik altyapı üzerine kurduğu filmi dikkatli izleyiciye yönelik bir şekilde aktarıyor. 



Yönetmen psikolojik hasta Andi karakterinin zihninde gördüklerini, flashbackler eşliğinde izleyiciye anlatıyor. Andi, yılbaşında yapılan geri sayımı duyduğunda, zihninde tutsak ettiği kızların çığlıkları ile birleştiğini görüyoruz. Andi’nin hapsettiği kadınların saçlarını ve tırnaklarını kesip oje sürmesi psikolojik hasta olduğunun en büyük göstergesi. Bu tip hastalarda bulunan titizlik ve takıntının filmde yer bulması dikkatli izleyiciye hitap etmesi açısından güzel bir detay.


Filmin Konusu

Avusturyalı fotoğrafçı Clare, Avrupa mimarisi üzerine gözlem yapmak için Almanya’ya gelir. Berlin sokaklarında dolaşırken İngilizce öğretmeni Andi ile tanışır. Genç fotoğrafçı, Andi’nin karizmasından etkilenir ve kısa süre içerisinde bağlanır. Clare, Andi’nin kaldığı apartmanda romantik bir gece geçirmesinin ardından sabah olduğunda daireden çıkamaz. Başta bunun bir hata olduğunu düşünen Clare, sonradan evde kilitli bir şekilde tutsak olduğunun farkına varır. Ancak iş işten geçmiştir. Cate Shortland’ın yönetmen koltuğunda oturduğu filmin başrollerini Teresa Palmer ve Max Riemelt paylaşıyor.


 Sadist

Avustralya’lı yazar Melanie Joosten’in, ‘Kathleen Mitchell Ödülü’ aldığı romanından uyarlanan ‘Berlin Sendromu’, korku edebiyatının etkilerinden yararlanmış bir konuya sahip. Korku ve gerilim türünün günümüzdeki tartışmasız en büyük kalemi Stephen King, 1987’de yayınlanan ‘Sadist (Misery)’ adlı romanında tutsaklık temasını derin bir şekilde işlemişti. ‘Berlin Sendromu’nda Clare karakterinin yaşadıkları, ‘Sadist’te bulunan Paul Sheldon adlı meşhur tutsak alınan karakterin yaşadıklarını anımsatıyor. Tutsaklık temasında yakın zamanda (2015) çekilen bir diğer önemli yapım ise gerçek bir olaya dayanan ‘Gizli Dünya (Room)’ filmi. ‘Gizli Dünya’, 5 yaşındaki çocuğu ile 7 yıl boyunca küçük bir odaya hapis edilen kadının hikâyesini konu alıyor. 

Bir festival filmi olan ‘Berlin Sendromu’ psikolojik gerilim filmleri severler için güzel bir tercih. Ancak seyirci, filmin anlatımının yoğun ve ağır olduğunu göz önünde bulundurmalı.

İyi Seyirler Dilerim
Efe TEKSOY

6 Haziran 2017 Salı

Karayip Korsanları 5: Salazar'ın intikamı


İntikamın Yemini


230 milyon dolar bütçeye çekilen ‘Karayip Korsanları 5 Salazar’ın İntikamı’ vizyondaki yerini aldı. Johnny Depp’i tekrardan çılgın korsan Jack Sparrow olarak görmek isteyen serinin fanları uzun zamandır beklemekteydi. Serinin önceki filmlerinden heyecan ve macera konusunda hiçbir eksiği yok. Ancak ana tema yine aynı… Yani; lanetli korsanlar ve intikam(!). Bu süreçte de Jack Sparrow’un yaptığı haşarılıklar işin kurtarıcısı oluyor. Görsel olarak muazzam bir şölen olduğunu belirtmek isterim. Kaptan Salazar rolünde Javier Bardem muhteşem bir oyunculuk çıkartmış. 


Konusu

İkonik korsan Jack Sparrow, mistik, ezoterik bir ortamda yaşadığı tehlikeli ve zorlu maceraların sonunda zor duruma düşmüştür. İntikam yemini etmiş olan kaptan Salazar, hayalet gemisi ve mürettebatıyla beraber hapis olduğu şeytan üçgeninden kurtulur ardından Jack Sparrow’un peşine düşer. Artık onun tek şansı; sahibine denizlerin hâkimiyetini ve gücünü sağlayan Poseidon’un asasına ulaşmaktır. Dünya çapında 4 milyar 237 milyon dolar gişe başarısı elde eden Karayip Korsanları serisinin 5. filminde Johnny Depp, Geoffrey Rush, Javier Bardem, Brendon Thwaites, Kaya Scodelario başrolleri paylaşıyor. Filmin yönetmen koltuğunda Joachim Ronning ve Espen Sandberg oturuyor.



Gizemli Denizlerde Gizemli İlimler

Karayip Korsanları serisi izleyiciye sunduğu eğlenceli ve mizahi görsel şölenin aksine aslında alt yapısında gizemli ve eski mitolojik hikâyelerden besleniyor. Bu seride bir kez daha doğunun eski denizci efsanesi Uçan Hollandalıya değinildiğini ve Alman Gotik edebiyatının hayalet hikâyelerinden esinlenilen lanetli hayalet korsanlara bir kez daha tanık oluyoruz. Yunan mitolojisinde bulunan denizler tanrısı Poseidon’un asası filmin ana temalarından birisini oluşturuyor. Ortaçağda bulunan cadı avı yani kadınların şeytanla anlaştığına inanılarak yapılan vahşet bu filmde karşımıza çıkıyor. 


Ayrıca serinin önceki filmlerine aşina olanların hatırlayacağı Siyah İnci/Black Pearl adlı gemi, büyüyle konulduğu küçük bir şişe içerisinde beyazperde de göründüğünde izleyicilerin heyecanı doruk noktasına ulaşıyor.

İyi Seyirler Dilerim
Efe TEKSOY

21 Mayıs 2017 Pazar

Alien: Covenant


Cennette kul mu olacaksın, Cehennem de hükümdar mı?

97 milyon dolar bütçeyle çekilen Alien serisinin yeni filmi ‘Alien: Covenant’ vizyonda. Film, 2012 yapımı Prometheus’un devamı niteliğinde. Usta yönetmen Ridley Scott, efsanevi bilim kurgu/korku serisi Alien’a bir kez daha hayat veriyor. Derin bir felsefi alt yapı üzerine kurulu olan seri bu defa yaratılış ve varoluş konularına cevap arıyor. Filmin açılışında 1968 yapımı  Stanley Kubrick’in efsane filmi ‘2001 A: Space Odyssey’ etkileri görülüyor. Film, her ne kadar bilim kurgu olsa da felsefi yanı ağır basıyor. Öyle ki Michael Fassbender’in canlandırdığı David ve Walter karakterleri arasında geçen yaratılış diyalogu 20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden Jean Paul Sartre’nin başyapıtı ‘Varlık ve Hiçlik’e atıflarda bulunuyor. Filme dair bir başka nokta ise mürettebatın vardığı gezegen!..  



VALHALLA!


Mühendislerin evi olduğu düşünülen mekân/gezegen aslında Cennet olarak anılıyor bir nevi insanlığı yaratan tanrıların evi. Bunu filmde kullanılan Valhalla sözünden de anlayabiliyoruz. Valhalla, İskandinav mitolojisinde tanrıların diyarı Asgard’da bulunan Odin adlı tanrının kabul salonudur. Sözleşme anlamına gelen Covenant ise kutsal kitapta bulunan tanrı ve insanlık arasındaki sözleşme anlamına geliyor. Yani; tanrının yetkileri Musa peygambere vermesi. İsrail ırkının tanrının buyruklarını takip etmesi ve tanrının onları adil yargılayacağının antlaşmasına bir atıf.


Alien: Covenant

Konusu 2104 yılında geçen filmde bir grup mürettebat ani gelişen bir kaza sonrasında uyku kapsüllerinden uyanıyor. Covenant adlı seyahat ettikleri gemiyi onarmaya çalıştıkları sırada en yakın gezegene inme kararı alıyorlar. Elbette bu gezegen seriye aşina olanların da tahmin edebileceği gibi Alien’adlı yaratığın bulunduğu yer.
Yönetmenliği Ridley Scott’a ait olan filmin senaryosu Jack Paglen, Michael Green, John Logan ve Dante Harper’a ait. Filmin oyuncuları arasında Michael Fassbender, Katherine Waterston, Billy Crudup, Danny McBridge, Demian Bichir ve Carmen Ejogo bulunuyor.



Kamera Arkası


-Michael Fassbender’in canlandırdığı androidler David ve Walter karakterlerinin isimleri, filmin yapımcıları David Giler ve Walter Hill’e övgü niteliğinde kullanılmış.

- Çekimler Yeni Zelanda’da yapıldı.

- Michael Fassbender ve Katherine Waterston’ın 2015 yapımı ‘Steve Jobs’tan sonra birlikte oynadıkları 2. film.


İyi Seyirler Dilerim
Efe TEKSOY

Aşkın 10 filmi


Sevgililer Gününde, sevdiceğinizle beraber izleyerek güzel vakit geçirebileceğiz en güzel aşk filmlerini Efe Teksoy derledi... 


Not: Seni Seviyorum (P.S. I Love You) 2007


Başrollerinde Gerard Butler ve En iyi Kadın Oyuncu Oscar’ı sahibi Hillary Swank’ın oynadığı 2007 yapımı romantik dram filminin konusu: Holly (Hilary Swank), her kadının hayalinde canlandırdığı yakışıklı erkeği hayatında bulmuştur.  Esprili ve eğlenceli kocasıyla mutluluktan uçarken, Gerry’nin bir hastalık sonucu öleceğini öğrenir ve bu haber onu yıkar. Kocasının tek istediği ise kendisinden sonra karısının mutlu bir yaşam sürmesidir. Ölümünden sonra Holly’nin hayatını kolaylaştırmak için bir plan tasarlar. Gerry’nin ölümünden sonra Holly, kocasından gelen mektuplar almaya başlar. Bu mektuplar kendisini yeniden keşfetmesine ve acısını dindirmesine yardımcı olur.
IMDB puanı: 7.1


Kasımda Aşk Başkadır (Sweet November) 2001


Başrollerinde En İyi kadın Oyuncu Oscar’ı sahibi Charlize Theron ve Keanu Reeves’in oynadığı Herman Raucher’ın kısa hikayesinden uyarlanan romantik-dram türündeki filmin konusu: Nelson Moss (Keanu Reeves) hayatını kariyerine adamış bir iş adamıdır. Sara Deever (Charlize Theron) ise hayatı özgürce yaşayan deli-dolu bir kadındır. Ehliyet sınavında tanışan ikili arasında yakınlaşma başlar. Sara, tanıştığı Nelson’dan 1 ay boyunca evinde yaşamasını ister. Ayrıca baskı ve beklenti olmadan değişik bir ilişki denemeyi önerir. Teklifi kabul eden Nelson ile Sara arasında aşk başlar.
IMDB puanı: 6.7


Zamanda Aşk (About Time) 2013


Tim Lake (Domhnall Gleeson) 21. Yaş gününde ailesindeki tüm erkeklerin sahip olduğu bir yeteneği olduğunu öğrenir. Zamanda seyahat edebilme özelliği olan Tim, geçmişinde yaptığı hataları bu sayede düzeltir. İngiltere/ Londra’ya taşınınca Mary (Rachel McAdams) adında ki kıza aşık olur. Yeteneğini Mary ile olan ilişkisindeki sorunları da düzeltmek için kullanır. Fakat olaylar beklediğinden farklı gelişir. Çünkü hatalarında yaşamın bir parçası olduğunun farkına varır.
IMDB puanı: 7.8

Kolera Günlerinde Aşk (Love In Time Of Cholera) 2007


Gabriel Garcia Marquez’in aynı isimli romanından uyarlanan filmin konusu: Florentina Ariza (javier Bardem) 13 yaşındayken ilk defa gördüğü Fermina (Giovanna Mezzogiorno) adlı kıza karşılıksız bir aşk duyar. Israrcı ve kararlı olan genç her gece kızın penceresinin altında serenat yapar. Mektuplar ve şiirler yazar. Ancak kızın babası Fermina için, Florentina’dan daha iyi bir damat düşünür ve kızını evden uzaklaştırır. Fermina çok geçmeden Dr. Urbino (Benjamin Bratt)  adlı kültürlü bir fizikçiyle evlenir. Florentino ise hiçbir kadını sevmeden onlarla gönül eğlendirir. Tek düşündüğü Fermina’ya kavuşabilmektir ve bunun için bir ömür bekler.
IMDB puanı: 6.4


Aşk ve Gurur (Pride And Prejudice) 2005


İngiliz roman yazarı Jane Austen’in aynı isimli kitabından uyarlanan filmin konusu; 18. Yüzyılda bir İngiliz ailesinde 5 kız kardeşin iyi bir koca bulup aile kurma hayallerini anlatıyor. Aralarında en neşeli ve deli-dolu kız olan Elizabeth (Keira Knightly)hayatı daha farklı ve istediği şekilde yaşamak ister. Fakat onlara komşu gelen yakışıklı Bay Darcy (Matthew MacFadyen), Elizabeth’in aklını başından alır ve olaylar düşündüğünden çok farklı bir şekilde gelişir.
IMDB puanı: 7.8


Aşk Masalı (Maid In Manhattan) 2002


Marisa Ventura (jenifer Lopez), New York’un en ünlü oteli Manhattan Otel’de oğlu Ty (Tyler Posey)’ın geçimini sağlamak için hizmetçi olarak çalışan yalnız bir kadındır. Çalışma arkadaşı Stephanie (Marissa Matrone) ile otelin bir odasını temizledikleri sırada müşterilerden birisinin kıyafetini giyerek eğlenirler. O sırada oğlu Ty, otelde kalan zengin müşteri Christopher Marshall (Ralph Fiennes) ile tanışıp arkadaş olur. Marisa, yeni giydiği bir elbiseyi denerken Christopher’la karşılaşır ve genç kadını otel müşterilerinden biri zanneder. Bu yalanı devam ettiren Marisa ve Christopher arasında aşk başlar. Gerçek ortaya çıkmaması için Marisa’nın başına birçok komik olay gelecektir.
IMDB puanı: 5.1


Aşkın Yaşı Yok (The Rebound) 2002


40 yaşındaki Sandy (Catherine Zeta Jones) yeni boşanmış 2 çocuk annesi güzel bir kadındır. Geçimini pasta yapıp sandviç hazırlayarak sağlar. Birçok işi bir arada yapan Sandy, bu konuda uzmanlaşmıştır. Sıradan ve yorucu olan hayatının en kötü zamanlarını yaşarken Afram (Justin Bartha) adında 24 yaşındaki üniversite mezunu bir gençle tanışır. Afram ise iki hafta önce evlendiği Fransız karısı tarafından yeni terk edilmiştir. İkisinin de zor döneminde gerçekleşen bu tanışma, yeni bir aşkın ve birçok komik olayın gerçekleşeceğinin habercisidir.
IMDB puanı: 5.1

Arkadaştan Öte (Friends With Benefits) 2011


Jamie (Mila Kunis) New York’ta bir şirketin insan kaynakları yöneticisidir. Müsterisi Dylan (Justin Timberlake) ise Los Angeles’a yetenekli bir sanat yönetmenidir. Jamie, Dylan’ı New York’a yerleşmeye ikna eder ve bu sırada birbirlerine bağlanırlar. Fakat her iki tarafın da aşktan canı yanmıştır. Bu nedenle aralarında aşkın olmadığı sadece eğlence ve sorgusuz seks ilişkisi yaşamaya karar verirler. Kısa süre sonra arkadaşlıktan öte bir ilişki içerisinde olduklarının farkına varırlar.


50 İlk Öpücük (50 First Dates) 2004


Doktor Henry Roth (Adam Sandler),Hawaii’de onlarca kadınla tanışıp kısa süreli ilişki kuran rahat bir adamdır. Her zaman uğradığı kafede bir gün Veteriner Lucy (Drew Berrymore) ile tanışır. Genç kadından çok hoşlanan Henry, yaşadığı hayatı unutup Lucy ile bir ilişki hayali kurar.Ertesi gün tekrar aynı yerde buluşmak üzere sözleşirler. Henry uyanır uyanmaz soluğu kafede alır ancak Lucy onu tanımaz. Genç adam buna çok şaşırır ve Lucy’nin kısa süreli hafıza sorunu olan bir kadın olduğunu öğrenir. Her sabah uyandığında önceki gün yaşadıklarını hatırlamamaktadır. Henry, bu durumun kendisine engel olmasına izin vermez. Her gün yeniden Lucy ile tanışır ve kendisine aşık etme mücadelesine girer.
IMDB puanı: 6.8



Tesadüf (Serendipity) 2001


Sara (Kate Beckinsale) ve Jonathan (John Cusack) New York’taki bir mağazada aynı eldiveni almak isteyince tanışırlar. Eldivenleri kimin alacağına karar vermek için Serendipity adlı kafeye giderler. Sıradan bir tesadüf şeklinde başlayan tanışıklık kendini yakınlaşmaya bırakır. Kadere inanan Sara, telefonunu bir kitabın içerisine yazar ve yarın herhangi bir kitapçıya göndereceğini söyler. Eğer kader onları bir araya getirecekse bu kitabın Jonathan’a ulaşacağını anlatır. Jonathan ise telefon numarasını 5 dolarlık banknotun üzerine yazar ve bir sokak satıcısına verir. Eğer kader onların tekrardan bir araya gelmelerini istiyorsa para ve kitap onlara dönecektir.
IMDB puanı: 6.9

 İyi Seyirler Dilerim
 Efe TEKSOY