SANATIN ANESTEZİSİ
“Beden Korkusu” (Body-Horror) janrının maestrosu
olarak anılan usta yönetmen David Cronenberg,
Dünya prömiyerini 75. Cannes Film
Festivali’nde gerçekleştiren ‘’Crimes
of the Future’’ filmiyle korku sinemasına adeta göktaşı gibi bir giriş
yaptı. Sekiz yıl aradan sonra çektiği bu ilk uzun metraj fütüristtik gerilim
filminde Cronenberg; biomedical, transhümanizm, eco-horror ve biyo-organik
korku alt türlerinde geçiş yapıyor. Açılış sekansında Antik Yunan-Roma Mitolojisinden bir tragedyayla karşılaştığımız
film bizlere; yakın gelecekte insanların fiziksel acıya duyarsızlaştığı ve
bedenleri üzerinde yapılan korkunç ameliyatlardan zevk aldığı Hedonist bir çağı anlatıyor. İngiliz
filozof ve transhümanist David Pearce;
Hazcılık İlkesi (The Hedonistic
Imperative) adlı kitabında da, gelecek bin yıl içerisinde nanoteknoloji ve genetik mühendisliği sayesinde acının biyolojik koşullarının
ortadan kalkacağı ve fiziksel acının insan hayatından çıkacağı arınmış bir
geleceği tasvir eder. Öte yandan yönetmen bununla da sınırlı kalmıyor ve bu
durumu, performans öznesi ve sanat biçimi olarak yorumlayan sanatçıları da hikâyenin
merkezine yerleştiriyor. Böylece Franz
Kafka’nın ‘Açlık Sanatçısı ve Ceza
Sömürgesi’ adlı sembolik ve alegorik anlamlar içeren anlatıları ışığında Kafkaesk imgeler ortaya çıkıyor. Cronenberg’in
1999 yapımı eXistenZ'den beri ilk
orijinal senaryosuyla karşılaştığımız bu Art
House yapımda, cinsiyetçi güzellik normlarını alt üst eden ve sorgulatan bir
yapıyla karşı karşıyayız. Bu filmde de yine klasik Cronenberg sinemasının tüm korku simgelerini ve olgularını detaylı
ve çarpıcı imajlar üzerinden görüyoruz. İlaveten modern felsefenin önde gelen
düşünürlerinden gösterge yorumcusu ve sinema sanatını bir felsefe yaratımı
olarak ele alan ilk sinema filozofu Gilles
Deleuze, sinema sanatını irdelediği çalışması ‘’Sinema-I: Hareket-İmge’’ adlı eserinde sinemanın düşünce imgesini
dile getiren bir yaratım tekniği olduğunu ve bu yaratımın da ‘İmge’ olduğunu belirtir. Filmde de
yönetmen David Cronenberg’in, zihninde
yarattığı imgeyi muhteşem bir görsel atmosfer eşliğinde beyazperdeye
aktardığını görmekteyiz. Öyle ki öyküde, Epistemolojik
Düzey ile Ontolojik Seviye (bilgi
felsefesi ile varlık felsefesi) çerçevesinde iki disiplinin müşterek yürüdüğünü
görüyoruz.
Bir diğer
ayrıntı ise, filmde gösterilen yakın geleceğin dünyasında iletişim ve ilişkinin
farklılaşması ve değişime uğramasıdır. Lacan
etkisinin hâkim olduğu ‘Ljubliana
Psikanaliz Ekolü’nün kurucularından Sloven filozof ve sosyal teorisyen Alenka Zupančič, ‘’Cinsellik Nedir?’’ adlı eserinde bu konuya değinir. Ve çalışmalarında
psikanaliz ve Kıta felsefesine odaklanan filozof ‘’Zupančič’’ kitabında Yeni Düzen ve Yeni İnsan mühendisliği
mekanizmasının ilişkisizliği ortaya çıkardığını söyler.
FİLMİN KONUSU
Teknoloji
devriminin egemen olduğu yakın gelecekte insanoğlu, geçirdiği biyolojik farklılaşmayla
etraflarındaki sentetik dünyaya uyum sağlamaktadır. Hızlanmış Evrim Sendromu adlı bir hastalıktan mustarip olan performans
sanatçısı Saul Tenser, iş ortağı Caprice’in yardımıyla bu farklılaşmayı Avangard performansa dönüştürür ve halka
açık bir şekilde sergiler.
Oyuncu
kadrosunda; Altın Küre'ye ve Oscar'a aday gösterilmiş Danimarka
asıllı Amerikalı aktör Viggo Mortensen,
ünlü Fransız manken ve oyuncu Léa
Seydoux, Oscar adaylığı bulunan BAFTA ve César Ödüllü Amerikalı aktris Kristen
Stewart, Scott Speedman, Sozos Sotiris, Lihi Kornowski, Don McKellar, Nadia
Litz, Tanaya Beatty, Welket Bungué, Ephie Kantza, Penelope Tsilika ve Denise Capezza yer alıyor.
DETAYLAR
-David Cronenberg ’in bu filmi, otuz beş
yıldır kız kardeşi Denise Cronenberg'in
kostüm tasarımcısı olarak hizmet vermediği ilk yapımı. Cronenberg, kardeşi Denise’i 2020 yazında kaybetti.
-Kristen Stewart, Timlin rolünde Natalie Portman'ın yerini aldı.
-Film
bestecisi Howard Shore, 1979 yapımı 'The Brood' filminde çalıştığından beri
David Cronenberg ile on sekizinci
işbirliği.
-Bu film
David Cronenberg'in 23 yıl önce çektiği eXistenZ’den
(1999) bu yana korku ve bilimkurgu türlerine dönüşüne işaret ediyor.
TEKNOLOJİK VE EVRİMSEL DÜNYA
Yapımda
tasvir edilen geleceğin teknolojik evrimsel dünyasında, doğal yiyeceklerden
ziyade yapay-sentetik besinlerin revaçta olduğunu görüyoruz. Yapısalcı
antropolojinin en büyük ismi olan Fransız antropolog ve etnolog Claude Lévi-Strauss, yiyeceğin
düşüncenin gıdası olduğunu belirtir. Bu da bize plastik yiyeceklerin yendiği Crimes of the Future dünyasının,
aslında muğlak ve belirsizliğe açılan bir anti-ütopik dünyayı tasvir ettiğini
gösteriyor. Ayrıca filmde gösterilen farklı besinlerde, sosyal hayattaki egemen
katmanlar açısından büyük bir önem taşıyor. Hikâyede hayat-ölüm
(organik-inorganik, canlı-cansız) mefhumuna ilişkin unsurlar aktarılırken, ölüm
dürtüsü de bu öğeler arasında yer alıyor. Psikanalistlere baktığımızda ölüm
itkisi kavramını derinlemesine irdeledikleri görülür. Şöyle ki; Sigmund Freud, cansız olana geri dönüş
içgüdüsü olarak yorumlar. Slavoj Žižek
ise, ‘’Organizmanın gerilim halini
durmadan tekrarlama yönündeki ısrarıdır’’ der. Ve Jacques Lacan’da, her dürtünün esas itibarıyla ölüm dürtüsü
olduğunu belirtir. Yapımda bu içgüdü, karakterler üzerinden izleyiciye gösterilmektedir.
Özellikle Saul Tenser karakterinin siyah cübbe ile örtünmesi, Deleuze’ün ölüm içgüdüsünün; maske ve
kostümlerle ilişki içinde anlaşılacağı sözlerini akla getiriyor. Filmde
korku-gerilim öğeleri ve vahşi-kanlı sahneler fazlasıyla yoğun, bu nedenle her
izleyiciye hitap etmediğini söylemekte fayda var.
İyi Seyirler
Dilerim
EFE TEKSOY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder