YILIN ANİMASYONU
Büyük usta Hayao Miyazaki’nin on yıl aradan sonra sinemaya muhteşem dönüşünü müjdeleyen The Boy and the Heron, Uluslararası prömiyerini 7 Eylül 2023’te açılış filmi olarak 48. Toronto Uluslararası Film Festivali‘nde yaptı. Ve böyleye Toronto Uluslararası Film Festivali’nin açılışını yapan ilk animasyon filmi olarak tarihe geçti. Japonya‘nın en büyük animasyon yönetmenlerinden birisi olan Oscar ödüllü sanatçı, bu animasyonu Genzaburô Yoshino‘nun 1937 tarihli “How Do You Live?” adlı romanından esinlendi. Dünya çapında 167 milyon dolar hasılat elde eden ve sayısız ödülle onurlandırılan bu yapım; 77. Britanya Akademi Film Ödülleri’nde En İyi Animasyon Film dalında BAFTA Ödülü aldı, 81. Altın Küre Ödülleri’nde En İyi Animasyon Film dalında Altın Küre Ödülünü ve 96. Akademi Ödülleri’nde En iyi Animasyon OSCAR ödülünün sahibi oldu. Ünlü animasyon şirketi Studio Ghibli imzasını taşıyan yapımın tamamı 60 kişilik bir ekip tarafından elle çizildi ve 50 milyon dolarlık bütçesiyle bugüne kadar ki Japon filmleri, animeleri ve canlı aksiyon yapımları arasında potansiyel olarak en yüksek bütçeye sahip yapım olma özelliğini taşıyor. Üretim zaman çizelgesi; prodüksiyon öncesi faaliyetlere ayrılan 2,5 yılı ve üretim aşaması için yaklaşık 5 yılı kapsayan, ortalama 7 yıllık bir süreç içeriyor.
İngilizce seslendirme kadrosunda; Christian Bale, Florence Pugh, Robert Pattinson, Dave Bautista, Gemma Chan, Karen Fukuhara, Mark Hamill ve Willem Dafoe gibi yıldız isimler yer alıyor.
STUDIO GHIBLI VE USTA MİYAZAKİ
1985 tarihinde Hayao Miyazaki, Isao Takahata ve Toshio Suzuki tarafından kurulan Studio Ghibli’nin ürettiği animasyonlar, her ne kadar içerik ve ton açısından farklılık gösterse de, ana temaları çevreciliktir yani insanoğlunun doğayla etkileşim kurma yöntemidir. Ayrıca şirket; Antropomorfizm- İnsan biçimcilik ve Zoomorfizm yani hayvan biçimindeki karakter kullanımları Ghibli filmlerinin temel niteliğidir. Bu kullanımları metamorfoz süreciyle birleştirilerek karakter ve anlamda değişimlere işaret eder.
RADİKAL DAVRANIŞÇILIK
Hikayenin arka planında yatan bu motifler ve temalar, bizlere Harvard Üniversitesi‘nde Psikoloji Profesörlüğü yapmış olan Amerikalı sosyal filozof, psikolog ve ruh bilimci B. F. Skinner’ın, davranışçılık üzerine olan psikolojik çalışmalarını anımsatır. B. F. Skinner, hayvan davranışının yararlı bir şekilde incelenebileceği ve insan davranışıyla karşılaştırılabileceği inancını taşıyan Radikal Davranışçılık kavramında, birçok karmaşık organizmanın davranışını belirlemede deneyimsel faktörlerin önemli bir rol oynadığını ve bu konuların incelenmesinin başlı başına önemli bir araştırma alanı olduğunu ileri sürer.
GHIBLI KARAKTERİNİN YOLCULUĞU
Bir diğer ayrıntı ise, Ghibli filmlerinin ana karakteri genel olarak ya bir çocuk ya da genç bir yetişkindir. Bunun sebebi ise, ebeveynlerini sarmalayan materyalizmden farklı olarak çocukların tehdidi algılama ve ondan etkilenme yetileri gelişmediği için ciddi bir tehlike ile yüzleşmeye daha açık olmaları. Ayrıca başrol oyuncusunun çocuk olması, genç izleyici kitlesinin filmle daha çok özdeşleşme sağlamasıdır. The Boy and the Heron filminde de, yine bu ortak öğe ve temalara sadık kalındığını görüyoruz. Usta sanatçı Miyazaki; sürreal karakterler aracılığıyla, içimizde olan ama farkında olmadığımız gizli bir dünyayı yine keşfetmemizi sağlıyor ve mantık ile akıl nedeniyle yetişkin akılcılığının yakalayamayacağı fantastik ve ruhani boyutu, çocuk gözünden ters yüz ederek bir kez daha izleyiciye aktarıyor.
KİŞİSEL PARALELLİK
Kısmen otobiyografik olarak tanımlanan The Boy and the Heron, Hayao Miyazaki’nin hayatıyla paralellikler taşıyor. Filmin açılış sekansındaki hastane yangını, Miyazaki’nin, güçlü görüşleriyle tanınan ve yönetmenin birçok kadın karakterine ilham kaynağı olduğuna inanılan annesini kaybetmesiyle kişisel paralellikler barındırıyor. Filmde usta yönetmen Miyazaki’nin eserlerindeki savaş temasının bir kere daha yinelendiğini görüyoruz, II. Dünya Savaşı Dönemi’nde geçen hikayesinde; Pasifik Cephesi’nde 15 Haziran ile 9 Temmuz 1944 arasında gerçekleşmiş olan Saipan Muharebesi (Operation Forager) gibi tarihsel olaylara değiniyor.
MIYAZAKI SİNEMASINDA RENK KULLANIMI
Ana karakter Mahito nihayet diğer dünyada üvey annesini bulduğunda, onun odası diğer karakterlerin söylediği gibi bir “doğum odası” değil, aslında bir mezar olduğu görülür. Üvey annesinin etrafının saran beyaz kağıt şeritler, Mahito’ya saldırır. Bunun sebebi ise, bu şeritlerin Shide (Shinto) olmasıdır. Japonya’daki Şinto ritüellerinde dini ve kutsal alanları ayırmak ve arındırmak için kullanılmaktadır. Beyaz renkteki kağıt şeritlerin, gösterge bilimsel anlamda bakıldığında farklı anlamlar içerdiğini görmekteyiz. Avrupa göstergebiliminin (semiyotik) kurucularından ve XX. yüzyılın düşünce ve yazı ustası Fransız filozof Roland Barthes, yapısalcılık, göstergebilim, sosyal teori, tasarım teorisi, antropoloji ve post-yapısalcılık dahil olmak üzere, teori okullarının gelişimini etkilemiştir. Yirminci yüzyılın dilbiliminin ‘babası’ olarak anılan İsviçreli filozof Ferdinand de Saussure ile Amerikalı pragmatist filozof Charles Sanders Peirce‘in temelini attığı göstergebilimin sınırlarının gelişmesini sağlayarak, semiyolojinin temel ilke ve kavramlarını ortaya koymuş ve metin kuramının gelişmesini sağlamıştır. Büyük Fransız denemeci ve eleştirmen Barthes ‘Göstergebilimsel Serüven’ adlı yapıtında, beyaz rengin lüksle ve kadınlıkla (dişilikle) ilgili belli bir düşünceyi aktardığını belirtir. Filmdeki amaçları ölümü mezardan uzak tutmak ve Natsuko’yu korumak olan beyaz şeritler, aslında bir nevi saflığı ve masumluğu koruyup kollamaktadır. Miyazaki sinemasındaki ayırt edici renk paleti, özellikle sert tonlardaki renk kullanımında ortaya çıkar. Şehirlerin ve köylerin estetik çizgileri, doğal çerçeveden belirgin hatlarla ayrılır. Baskın olarak kullandığı Beyaz ve Gri renkler, kendisinden önce hiçbir ressamın kullanmadığı biçimde kullanan İspanyol Altın Çağ ressamı Diego Velázquez ve Ekspresyonizmin ve Kübizm’in öncüsü kabul edilen El Greco’nun çalışmalarındaki renk perspektifllerini çağrıştırmaktadır.
BİLİŞSEL KATMANLAR
Studio Ghibli’nin kurucuları Hayao Miyazaki, Isao Takahata, Toei Stüdyolarındaki işçi sendikalarının önde gelen üyeleridir ve onların toplumsal adalete bağlılıkları, filmlerini süsleyen toplumlarda da belirgindir. Savaş, Sanayi Devrimi, Tüketim toplumu, teknolojik ilerleme ile doğal hayat arasındaki çelişki gibi sosyo-politik ve toplumsal meseleler sosyalist bir gözlemle izleyiciye aktarılır. Bu filmde de, Tokyo‘daki Pasifik Savaşı sırasında Mahito, annesini bir hastane yangınında kaybeder. Mahito’nun hava mühimmat fabrikası sahibi olan babası Shoichi, merhum eşinin kız kardeşi Natsuko ile evlenir ve (tıpkı yönetmen Miyazaki’nin ailesi savaş sırasında şehirden kırsala göç etmek zorunda kalması gibi) üvey anne Natsuko’nun kırsal mülküne taşınırlar. Burada Mahito karakteri, kendisini üvey annesi Natsuko’nun mimar büyük amcasının bilinen son yeri olan mühürlü bir kuleye götüren tuhaf bir gri balıkçılla karşılaşır. İşte bu tanışma, aslında hikayedeki en önemli kırılma anı yani Dönüm Noktası’dır (Plot Point). Çünkü Gri Balıkçıl, (bir nevi Alice in Wonderland hikayesindeki Tavşan’ın rolünü üstlenerek) Mahito’yu gerçek dünyadan çıkarır ve hayal dünyasının derinliklerine götürür. Hikaye başlangıçta trajik ve dramatik bir yapı izlerken, ilerledikçe klasik bir peri masalı arketipinden yola çıkarak kozmogonik ve kaotik türde paralel bir dünya doğru adım attığını görmekteyiz. Fakat bu büyülü ve sihirli dünyanın da, kendi içerisinde aslında anlam katmanlarıyla yüklü (Fransız post-yapısalcı filozof Jacques Derrida’nın tabiriyle) yapısöküme uğratılmış post-modern bir göstergeler evreni olduğunu görmekteyiz. Günümüzün önde gelen filozofu ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han, ‘’Eğlencenin İyisi’’ adlı felsefe kitabında; “Eğlence sadece eğlendirmek ve hoşnutluk vermeyi amaçladığını iddia ederken, bilişsel katmanlara sızmasıyla gösterir etkisini.” diyerek, bunu semantik ve bilişsel yapısı sayesinde başardığını aktarır. Byung-Chul Han’ın bahsettiği bilişsel katmanlara; animasyonun ve içerisindeki karakterlerin, izleyiciler üzerinden ulaştığını görmekteyiz.
BIRDMAN
Ardından Gri Balıkçıl’ın, aslında kostüm giymiş bir Kuşadam/Birdman olduğu ortaya çıkar. Yirminci yüzyılın en etkili Amerikan sosyoloğu olarak kabul edilen Erving Goffman, Amerikan Sosyoloji Derneği‘nin 73. Başkanıydı. Toplumsal etkileşim üzerine ortaya koyduğu kavramlarla sosyoloji dünyasına önemli katkılarda bulunmuştur. ‘’Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu’’ adlı kitabı, Uluslararası Sosyoloji Derneği tarafından sosyoloji alanında 20. yüzyıl boyunca yazılmış en önemli 10. kitap olarak takdim edilir ve Amerikan Sosyoloji Derneği‘nin MacIver ödülünü almıştır. Kitap, insanların gündelik hayatta pek çok performans sergilediğini ve etkili izlenim bırakmak için çeşitli maskeler takındığımızı belirtir. Goffman; “Düşüncelerinden emin olan, konumuyla gurur duyan veya görevini yerine getirme kaygısı taşıyan herkes trajik bir maske takar.” diyerek, aslında kişinin kendisi olması için maskeyi görevlendirdiğini ve insanın tüm kibrini ona aktardığını belirtir. Tıpkı Birdman karakterinin, Gri Balıkçıl kostümüne bürünerek uyguladığı gibi. The Boy and the Heron adlı animayonda; Mahito karakterinin içsel yolculuğu, bizlere kimlik ve varoluşla ilgili derin soruları ardı sıra getirmektedir. Felsefede Varoluşçuluk akımının babası olarak anılan Jean-Paul Sartre, 1943 tarihli başyapıtı Varlık ve Hiçlik kitabında; özgürlük felsefesinin temelini oluşturan kavramların ayrıntılı fenomenolojik tasvirlerini yapar ve “mutlak” özgürlük anlayışını savunur. Bununla birlikte var olmak algılanmaktır diyen İngiliz deneyci geleneğinin ve Aydınlanma Düşüncesinin en önemli filozoflarından George Berkeley ve varoluşun kanıtını düşünme kavramında gören modern rasyonalizmin kurucusu olarak kabul edilen Fransız matematikçi, filozof ve bilim insanı René Descartes ile birlikte, burada kimlik ile varoluş arasındaki bağıntıyı görmekteyiz. Bununla birlikte, Avangart edebiyatın büyük ustası ve Modern Amerikan edebiyatının dil cambazı Gertrude Stein, Var olmak ana dahil olmak ve o “kesintisiz şimdiyi” yazmaktır der. Stein’ın ilkelerine göre bakıldığında, Mahito karakterinin belirgin bir kimliği yoktur. Fakat başarıyı kazandıktan sonra Mahito artık olgunlaşır ve karakteristik bir kimlik kazanmasıyla birlikte, nihai varoluş sorunsalı da sonunda ortadan kalkar.
ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK ARAYIŞI
Bununla birlikte varoluş çerçevesinde bakıldığında özgürlük sorunsalı da hikaye de doğru orantılı olarak baş gösterir. Mahito, taşındığı ve yeni bir hayata başladığı bu yeni yaşamında, geçmişle bağlarını koparma umuduyla bir nevi özgürlük arayışına çıkmaktadır. Özüne bakıldığında Mahito karakteri, idealist bir kişilik profili oluşturmaktadır. Felsefe tarihine baktığımızda; “nesnel idealizm”in en büyük ismi Georg Wilhelm Friedrich Hegel, “öznel idealizm”in temsilcisi Descartes, “transandantal ben” kavramını reddetmekle birlikte “yönelmişlik” (Intentionnalité) ilkesini felsefenin merkezine koyan fenomenolojinin kurucusu Edmund Husserl ve “fenomen-numen” ikiciliğini tamamen reddeden eleştirel idealist Immanuel Kant çerçevesinde, düşünce tarihindeki farklı idealizm türlerini gözlemleriz. Mahito karakteri aracılığıyla The Boy and the Heron’a baktığımızda, (tıpkı Sartre’nin felsefe tarihinde izlediği yolda olduğu gibi) “kendinde-varlık”ın “kendi için varlık”a göre önceliği ve bilincin kendine ait hiçbir içeriğinin bulunmaması gibi savlarla ve neredeyse tersine bir yönelimle, bir “bilinç idealizmi”ni benimsemiş olduğunu görüyoruz.
İyi Seyirler Dilerim
EFE TEKSOY
Kaynakça
BARTHES, Roland. Göstergebilimsel Serüven, çev. Mehmet Rifat-Sema Rifat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018
Colin Odell, Michelle Le Blanc, Stüdyo Ghibli: Hayao Miyazaki ve Isao Takahata Filmleri, çev. Barış Baysal, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2011
GOFFMAN, Erving. Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, çev. Barış Cezar, İstanbul: Metis yayınları, 2020
HAN, Byung-Chul, Eğlencenin İyisi: Batı Sanatında Ciddi/Eğlenceli İkiliği, çev. Haluk Barışcan, İstanbul: Metis Yayınları, 2023
SKINNER, B.F. (1974). About Behaviorism. New York: Knopf.
SARTRE, Jean-Paul. Varlık ve Hiçlik: Fenomenolojik Ontoloji Denemesi, çev. Turhan Ilgaz, Gaye Ç. Eksen, İstanbul: İthaki Yayınları, 2011.
SARTRE, Jean-Paul. Varoluşçuluk, çev.Asım Bezirci, İstanbul: Say Yayınları, 1985.
SARTRE, Jean-Paul. Ego’nun Aşkınlığı: fenomenolojik bir betimlemenin taslağı, çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, İstanbul: Hil yayınları, 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder